Translate

31 Ekim 2014 Cuma

Birazda Japonca

Geçenlerde koreceden bahsettim. Şimdi de bazı kanjilerin aslında ezberlemeye gerek olmadığından bahsedecektim.

Ama öncelikle kanji nedir ?

Japonca üç alfabeden oluşan bir dildir.. Bu insanları korkutan kısım.


Hiragana: 48 temel karakterden/heceden oluşan ve en çok kullanılan en önemli alfabe. Japonca kökenli kelimeleri bu alfabe ile yazarız.. Hatta çocuklar daha kanjileri öğrenmediği için mangalarda animelerde kanjilerin üstünde ufak hiragana harfleri bulunur. kanjiyi anlamayan hiraganasını okuyabilsin diye. He ben 48 dedim diye sadece o kadar sanmayın.. yanına gelen ek harfler veya üstüne gelen nokta ve çizgilerle değişen heceleri de sayarsak 105 hecemiz oluyor.




Katakana: Harf sayısı ve hecelerin okunuşları hiragana ile aynı olmasına rağmen yazılışları daha basitleştirilmiş, yabancı kökenli kelimeleri yazmak için kullanılan alfabe. Örneğin adınızı bu alfabe ile yazarsınız siz. One piece, Bleach gibi bilinen animeler ve mangalar da bu karakterlerle yazılıyor işte yabancı kelimeler oldukları için.
 Bazı hecelerin yazılışı Hiraganaya benziyor ama yine de farklı bir alfabe.. Allah sabır versin.


Son olarak korkulu rüyam Kanji: Temeli çince alfabe olan karakterlerdir. Şu an ki günlük hayatta 2000 den fazla karakter kullanılıyor bildiğim kadarıyla.
Bense şimdilik 17 tane falan öğrendim..

Bir metinde bu üç alfabe birlikte kullanılabilir. Yani çocukları yada yeni öğrenenleri hedef alan kitaplar dışında, ciddi birşeyler okuyabilmek istiyorsanız bunların hepsini ezberleceksiniz. Benim hedefim bu yani.

15 Ekim 2014 Çarşamba

Starry Night (Bölüm 30 - Tavşanlı Pijamalar)

Jong Hyun üyeler ve Woo Bin ile birlikte güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra saatin daha erken olması ve bu gün öğleden sonraya kadar programı olmaması nedeniyle biraz gezintiye çıkmaya karar verdi. Rüyasında görünce bisiklete binmeyi özlediğini fark etmiş ve biraz dolaşmaktan zarar gelmeyeceğini düşünmüştü.

Kahvaltı masasından kalktı ve gayet adilmiş gibi tüm işi Jung Shin e yıkarak odasına gitti. Neyse ki Min Hyuk hyeongunun aksine ona yardım edecek kadar kibardı. Yong Hwa meşgul olduğu için özür dileyerek evden ayrıldı ve Woo Bin misafirliği sonuna dek kullanarak işten kaytarıp televizyon karşısına kuruldu. Burada yaşamak düşündüğünden eğlenceli olacak gibiydi.

Bir süre sonra kamufile kıyafetlerini giymiş Jong Hyun odasından çıktı ve Woo Bin in tepesinde dikildi.

"Sen hala gitmedin mi hyeong ?"

"Neden gitmeliyim ?"

"Birazdan menajer geldiğinde ona açıklama yapmak zorunda kalmamak için. Çünkü inan hepimiz buraya nasıl girdiğinden haberimiz olmadığını söyleriz."

Woo Bin biraz bozulsa da tek kaşını kaldırp sırıttı ve televizyonu kapatıp ayağa kalktı.

"Hadi birlikte çıkalım. Ama yakalanırsak itiraf etmek yok sadece arkadaş olduğumuzu söyleyeceğiz."

***

Yıldız kapıdan gelen sesler yüzünden uyanmıştı. Birileri kapıya vuruyordu.

Yıldız yataktan kalkmadan gerindiğinde, ayağı yatağın alt kısmında kedi gibi kıvrılıp uykuya dalmış Mikaya çarptı ve uykusunu böldü.

Tekrar kapıya vurulduğunda Mika yerinden kalkıp yerdeki Dilara nın üstünden geçti ve kapıyı açtı.

Işık yüzünden kıstığı gözlerini karşıdaki çocuğa dikip kim olduğunu anlamaya çalışırken karşısındakinin yakışıklı bir genç olduğunu ve kendisinin saç baş dağınık kapıya baktığının farkına vardı. Gözleri kocaman açıldı ve kapıyı çocuğun suratına kapatıp arkasına yaslandı.
Karşısındakinin apartmanda gördüğü çocuk olduğunun farkına dahi varmamıştı.

Yıldız gözünün önüne düşen saçları eliyle tarayarak geri itti. Ne yapıyordu bu Mika ?

Yerinden kalktı ve Mika yı uzaklaştırıp kapıyı açtı.

Karşısında kot ceket ve pantolonlu, giydiği kırık beyaz t-shirt ün yakasına güneş gözlüğü takmış, koyu sarı saçlı, ela gözlü ve beyaz tene sahip yakışıklı bir türk genci gördüğünde Yıldız da şaşırdı.

Çocuk ta az önce daha bir şey söyleyemeden suratına kapı kapatıldığı için şaşkındı ama karşısında doğal şekilde hacimlenmiş hoş saçlarıyla, omuzu açılmış pembe-beyaz tavşanlı pijama giymiş güzel bir türk kızı olduğunu görünce baştan aşşağı onu inceledi ve ilgi ile kaşları havaya kalktı.

Yıldız olanların farkına vardığında omuzunu yukarı çekti ve aynı Mika gibi kapıyı çocuğun suratına kapatıp arkasına yaslandı.

"Sanırım Dilarayı uyandırmalıyız."

Mika kafasıyla onayladı ve Yıldız giyinmek için odaya giderken Dilarayı uyandırmak için omuzundan tutup onu yavaşça sarsmaya başladı.

"Uyan Dilara kapıda yakışıklı biri var."

"Sen daha yakışıklısın Min. Boşver."

Mika şaşırdı.
"Min ? Ne diyorsun uyan hadi"

Dilara rüyasından uzaklaşmaya başlayıp, onu uyandırmaya çalışanın Mika olduğunu anladı.
"Yüzyılın rüyasını görüyorum Mika. Lütfen!"

"Dilara uyanman gerekiyor. Min kim ayrıca ?"

Bu sırada kapıdaki çocuğun sesi duyuldu.
"Arkadaşımı arıyorum. Yardımcı olabilir misiniz ?"

Dilara nın gözleri aniden açıldı. Yattığı erden kalkıp Mika ve günlük kıyafetlerini giyip odaya dönmüş Yıldıza baktı.

"Arda ?!"

Durumun farkına vardığında yorganı üzerinden fırlattı ve kapıya koştu.

Suratına iki kez kapatılan kapı sonunda arkadaşı tarafından açılınca genç adam rahatlamıştı.

"Oh be! Sonunda. Seni bulana kadar kaç tane kapı yüzüme kapatılıp açıldı biliyor musun ? Üstelik hepsi üzerini değiştirip benimle konuşmaya devam ettiler. Sonrasında tanımadıkları halde bana asılmaya kalktılar. Bu kadar yakışıklı olduğumu bilmiyordum. Çok korktum!"

Çocuk gerçekten korku içinde bunları anlatırken Dilara bir şey diyememişti. Kısa bir an sessizlikten sonra genç adamın gözü Dilara nın üstündeki Yıldızdan ödünç alınmış ayıcıklı pijamaya takıldı.

"Az önceki arkadaşının tavşanlı pijaması daha güzeldi." dedi ve sırıttı.

Dilara ise bir şey söylemeden terliklerini giydi ve genci terasta kapıdan uzağa sürükledi.
Bu sırada Mika da üzerini değiştirmek için içerdeki odaya gidip gelmişti.

Dilara ve çocuk konuşurken Yıldız ve Mika kapıda endişe ile bir sorun olup olmadığını kontrol ediyorlardı.
Sonuçta sabahın köründe kapılarına dayanan kişinin Dilara nın arkadaşı olduğunu bilemezlerdi.

Tabi Türkçe konuştukları için onları anlayan sadece Yıldız dı ama Mika da mimiklerden çıkarım yapmaya çalışıyordu.

Çocuk ciddi bir şekilde konuşurken bir ara gözü kızlara takıldı. Sırıtıp el salladığında Yıldız utanmış ve bakışlarını kaçırmıştı.
Dilara dönüp kızlara baktı ve ardından çocuğun eline vurdu. Bir süre daha konuştular.

Yıldız bir sorun olmadığından emin olduğunda yanlarına gitti. Peşinden de Mika.
Mika nın geldiğini fark eden Dilara, Mikaya saygısızlık olmasın diye onunda anlaması için Korece bir açıklama yaptı.

"Tanıştırayım, size bahsettiğim Arda. Aynı zamanda çocukluk arkadaşımdır. Dün gece onlara sormadan yanlarından ayrıldığım için geceyi nerede geçirdiğimi merak etmiş.
Arda bunlar da Mika ve Yıldız. Mika benim üst kat komşumdu."

Genç adam kafası ile selam verdi.
"Merhaba. Sizleri rahatsız ettiğim için üzgünüm."

Mika sırıttı.
"Merhaba ben Mika."

"Tanıştığıma memnun oldum

Yıldız gülümsedi ve Türkçe olarak yanıt verdi. Bunun gibi zamanlar nadir bulunuyordu. Son 3-4 gün istisnaydı tabiki.

"Bende Yıldız."

Genç Türkçe duyduğuna şaşırmıştı ve ne diyeceğini bilememişti.
"Aa Türksünüz!"

Yıldız şakacı bir ses tonu takındı.
"Ciddi misin ? Farkında değilim." Sonra sır verir gibi kısık sesle devam etti. "Panik yapmayın ama sanırım sizde öylesiniz."

Arda güldü.
"Tanıştığıma memnun oldum. Arkadaşımı almaya geldim. Erken vakitte kendisine ihtiyacımız var."

Dilara mutsuz bir tavırla araya girdi.
"Biraz daha geç gelemez miydin ? Yüz yılın rüyasını görüyordum."

Mikanın aklı hala rüyadaydı.
"Rüyanda sayıkladın. Ne gördüğünü merak ettim."

"Öyle mi ? Daha sonra anlatırım."


Arda tekrar söze girdi.
"Bu gün okula gitmemiz gerekiyor. Bu yüzden gecikmeden gitmeliyiz. Önce bir yerde kahvaltı yapalım." Sonra Dilaranın kulağına eğildi ve fısıldayarak bir şeyler söyledi.

Kendi aralarındaki konuşma bitince Dilara kızlara dönüp davetleri için teşekkür etti. Ve hafta sonu gösterilerine gelmelerini söyledi.

Mika kendini anın duygusuna kaptırıp Dilaraya sarıldı ve diğerlerinin duyamadığı bir şeyler söyledi. Dilara gülmüştü.

"Bende seni özleyeceğim Mika. İletişim için numaralarımızı alalım."

Yıldız numarasını Dilara nın telefonuna yazıp ona geri uzattı.

"Bir dahaki sefere beraber yiyelim Dilara. İstersen içeriye girip hazırlanabilirsin. Arkadaşına bakarız biz."

"Haklısın hazırlanmalıyım. Bir dahaki sefere söz beraber yiyeceğiz."

Dilara eve girince Mika da meraklı bir şekilde arkasından koştu. Yıldız soruları tahmin edebiliyordu.
Aklına gelen şeyler gülümsemesine neden olmuştu. Sonra Mikanın gitmesi ile Ardayla yalnız kaldıklarını fark etti.

Sabahki pijamalı karşılama ve Ardanın konuşma arasında onlara el sallaması aklına geldiğinde utanıp kızarmaya başladı. Bu çocuğa karşı tam anlamıyla rezil olmuştu.
Arda da bunun farkındaydı.

Aslında hoşuna da gitmişti. Asyanın bir ucunda karşısına çıkan bu türk kız çok kısa bir süre içinde pijamaları ile karşısına çıkmış, suratına kapı kapatmış, espiri ile karışık laf sokmuştu.
Şimdi ise yalnız kaldıkları için utanıyordu.

Arda havalı bir şekilde koyu sarı saçlarını savurdu ve ellerini pantolonunun cebine soktu.
"Peki sen ne iş yapıyorsun ?"

Yıldız düşüncelere daldığından ardanın ne dediğini alamamıştı.
"Hm ?"

"İş diyorum. Yalnız yaşadığın belli. Geçinmek için çalışıyor musun ?"

"He ? Evet. Manhwa yazıyorum. Farkındayım ezikçe."

Arda gözlerini kıstı ve Yıldızla aynı hizaya gelene kadar eğildi.
"Bir Manhwa yazarı olmak için fazla güzel değil misin ?"

Yıldızın yüzündeki kırmızılık bir ton daha koyulmuştu. Neyseki tam o sırada Dilara ve Mika gelmişti de Yıldız böyle bir soruya cevap vermek zorunda kalmamıştı.

Mika Yıldızın yanına geldi ve durgun bir ifadeyle eve gideceğini söyledi.

Mika önde Dilara ve arda arkada giderken Arda merdiven başında durdu ve evine girmek için arkasını dönmüş Yıldıza seslendi.
"Manhwa nın adı ne ?! Okumak isterim!"

Yıldız ardaya dönmeden "Starry Night" dedi ve eve girip kapıyı kapattı.

Günü gerçekten ilginç başlamıştı. Ve Yıldızın fark ettiği bir gerçek vardı. Günü nasıl başlarsa öyle devam ediyordu...

Bu gün daha ne yaşayabilirdi ki ?

9 Ekim 2014 Perşembe

Biraz Korece Öğrenelim

Gece wikipedia'dan bir şeyler araştırdım ve ana sayfaya döndüğümde bir şey fark ettim. Bu gün yani 10 ekim, şu anki Kore alfabesi Hangul'ın yayımlanma yıl dönümüymüş. Bende biraz anlatayım bu alfabeyi dedim. Zamanında araştırmıştım biraz.


1446 da yani bundan tam 568 yıl önce Kore halkı şu anki alfabe ile tanıştı. 
Bundan önce çince alfabe kullanan sıradan halk için okuma yazma öğrenmek zordu. Bu yüzden dönemin kralı 1445 te emir verdi ve bir yılda bu alfabe oluştu. Alfabenin gelmesi ile çince karakterler hemen kalkmadı elbet. 

Korelilerin en takdir ettiğim yönlerinden biridir bu. Hatta biz neden öyle yapmamışız diye çok söylenirim. Osmanlıcayı bırakmak.. bu sorun değil. Peki neden latin alfabesi ? Bir alfabe yapmak bir yıl sürüyor işte.. bu kadar basit. Ah neyse geçmiş, geçmiştir. Değiştiremeyiz. Konumuza dönelim.

Korece alfabe yani hangul 3 temelden oluşur. Dikey çizgiler insanı temsi eder. Yatay çizgiler 
dünya. Nokta ve yuvarlaklar ise cenneti. Toplam 24 karakter vardır. 

Hangul olarak yazılıyor ama aslı 한글 (Han-Geul). Şu ikinci hecedeki çizgi yani 'ㅡ' , eu olarak okunur. Ama söylerken ı gibi çıkıyor. İngilizceye ı olarak yazdıklarında farklı okunacağı için Hangul olarak yazılıyor işte.. (her şey ingilizceye uyarlansın zaten :P) Ama eu olarak bilirseniz daha iyi telaffuz edeceğinizi düşündüğümden bunu da açıklayayım dedim. Ama ı da diyorlar öğretirken.. Ah emin değilim. Zaten onların da bilmem kaç tane şivesi var. Biri tutmazsa biridir. Siz eu nun da ı nın da aynı yazıldığını bilin yeter şimdilik. 
Bakmayın ben de koreceyi çok biliyor değilim bildiklerimi anlatıyorum sadece. Neyse devam edelim.

Harf harf değil hece hece yazılır. Hatta belki duymuşsunuzdur öğrenilirken 'Ga, Na, Da, Ra, Ma, Ba, Sa,' diye öğrenilir.. B.T.S'in Boy in luv ve T.O.P'nin Doom dada şarkısında da kullanılıyor bunlar  ^^ 
Bu harflerin tek tek okunuşları da var aslında 'giyeok' , 'nieun' , 'digeut' gibi. Tam olarak kullanım nedenlerini bilmiyorum. Google çeviriden baktım bir anlamaları da yok gibi ama Google bu.. kim güvenir ona.
Bana biraz arapçayı hatırlattı. Bilen bilir  e-elif, c-cim, s-sin, l-lam gibi.. Belki de kullanım amaçları aynı değildir ama anımsatıyor işte öğretilme sitilleri. (Birden fazla yabancı dil öğrenmeye başlayan insanlar dillerdeki benzerlikleri kullanıyor işte öğrenimi kolaylaştırmak için)

Birde belirtmek istediğim bir daire var.  'ㅇ' yani 'ng' tabi sonda geldiğinde. Sessiz bir harf.. ve başa geldiğinde okunmuyor. Örneğin hepimizin bildiği şu soy isim var ya 'Lee' aslında o Lee değil. En basitinden Lee soy isimli birini Google da aratırsanız korece adını bulabilirsiniz. 
Hepinizin bildiği bir örnek vereyim.. Lee Min Ho 
Yazılışı '이민호' dur. 이 yani soy adı olan Lee aslında başta sessiz olan 'ㅇ' harfi ve şu düz çubuğumuz 'ㅣ' yani i den oluşur. Okunuşu i dir.. Lee değil. Lee Hong Ki değil. Lee Jong Hyun değil! 
Yine bu ingilizceye çevirme olayı işin içine giriyor.. Çünkü eğer isimleri i olarak yazsalar o biricik amerikalıları onların adını 'ay' diye okur.. 'Ay Hong Ki' :P

Ah belki de ben abartıyorum ama sıkıldım artık.  Neden Çoi Min Ho adlı arkadaşı Choi diye aratmak zorundayım netten ? Çoi o ! Sonuçta bunlar koreli ! Amerikalı ingiliz veya resmi dili ingilizce olan başka bir ülke değil. Yazılışları korece. Çinliler, Japonlar, Hintliler, Araplar kendi alfabelerine çevirirken böyle mi yapıyor ? Yok. Niye biz öyle yapıyoruz peki ? Amerikalılarla benzer bir yönümüzü kaybetmeyelim diye mi...
(Dikkat; Blog yazarınızın amerkaya herhangi bir düşmanlığı yoktur, dizileirni sever izler.. insanı ülkesine göre değil şahsına göre yargılar.. yalnızca özentilikten usandı zavallım.)

Starry Night (Bölüm 29 - Woo-Bin CN Yurdunda Kalıyor)

Jong Hyun yatakta doğruldu ve odaya bakındı. Han nehrinin kenarında değil evindeydi.

Yorganı yatakta değildi. Woo Bin düşerken onu da yanında götürmüş, şu an da yastık olarak kullanıyordu.

İki uzun boylu adamın tek kişilik bir yatakta birlikte yatmalarının pratikte teoriden daha zor olduğunu düşündü Jong Hyun. Kafalarını ters yöne koymaları bir işe yaramamıştı.

Jong Hyun düşenin kendisi olmadığına sevindi. Ama ne yazık ki çok uzun sürmemişti çünkü rüyasında parçalar hatırlamaya başlamıştı.

Türk kız.. bir hafta içinde onun kafasını karıştırmayı başardı.
Jong Hyun onu rüyaları dahil her yerde görmekten usanmıştı. Ama yine de saçma bir çelişki olmasına rağmen onu tekrar görmek istiyordu. Rüya, hayal veya gerçek! Sebebi veya nerede olduğunu önemsemeden. Zaten hiç bir zaman onu nerede ve nasıl göreceğini tahmin edememişti.

Onu görmeyi isteme sebebi neydi ? Özlemek ? Yada neden böyle olduğunu öğrenip sonsuza dek tekrar görüşmemek ?
Yıldız ile ilgili hiç bir şeyin Jong Hyun için net olmaması sinir bozucuydu.

"Ah lanet olsun !" dedi, saçlarını elleriyle sinirli bir şekilde dağıttı ve yataktan kalktı.

Woo Bin in üstüne basmamaya özen göstererek banyoya gitti.
İyi bir duşun ona iyi gelebileceğini, düşüncelerinden sıyrılabileceğini umuyordu. Haklıydı da..



Duşa girdi ve suyu açtı. Yukarıdan gelen ılık su yüzünü ıslattı. Şimdiden sakinleşmiş hissediyordu.
Suyun altında bir iki saniye bekledikten sonra saçını şampuanladı. Kafasındaki köpükleri durulamadan banyonun içinden bir ses geldi.

Dengesiz konan şeylerden birinin düşmüş olabileceğini düşünüp kabinin kapısını sonuna kadar açtığında yüzünü havluyla kurulayan Woo Bin ile karşılaştı. Woo Bin in ona dönmesi ile önce Jong Hyun ardından Woo Bin bağırmaya başladı ve banyodan çıkıp kapıyı kapattı.

Kapıya yaslandığında diğer üyeler endişeli bir şekilde ona bakıp ne olduğunu sordular.

Jong Hyun da kapının arkasından söyleniyordu.
"Biri duştayken banyoya nasıl girebilirsin ?! Burayı sevgilinin evi mi sanıyorsun ?!.."

Woo Bin in gülüp sonra da olanları üyelere anlatığını duyduğunda, kısa süre için dahi olsa burada yaşadığı için kurallar hakkında onunla konuşması gerektiğini düşündü. Ardından gözlerini yapmaya başlayan köpükten kurtulmak için tekrar duşa döndü.

***

Dilara kalma teklifinin hala geçerli olduğunu öğrendiğinde sevindi ve eve girip biraz konuştular.

Yıldız ve Mika nezaketen evlerini açtıkları kıza neden teyzesinde kalmadığını sorduklarında cevap alamamışlardı.
Yıldız yinede gülümsedi ve konuyu değiştirip pizza sipariş etmeyi teklif etti. Bu fikir herkesin hoşuna gitmişti.

"O zaman önce telefonumu bulmalıyım."

Yıldız önce etrafına bakındı. Ondan ardından kalkıp yastıkların arasına baktı. Sonra telefonunu ceketinin cebinde bıraktığını hatırlayıp bir yatağın dahi sığamayacağı kadar küçük bir odaya girdi.

Bu oda Yıldızın sahip olduğu tek odaydı.
Evinin tamamı tuvalet, bu oda ve mutfağa bağlı bir salondan oluştuğu için yatağını salona gardrobunu da bu odaya koymak zorunda kalmıştı.

Kapının arkasına asılı ceketinin cebinden telefonunu çıkardığında kendi kendine zafer işareti yaptı. Çünkü telefonunu orada bulamam ihtimali yüksekti. O ve onun cep telefonu..

Kafasına doluşan düşünceleri sallayarak savurdu ve sık kullanılanlardan pizzacının numarasını buldu.
Üç kişiye yeteceğini düşündüğü kadar picca sipariş etti.

Evet, sipariş verirken 'picca' demeyi seviyordu. Kendi küçük eğlencesiydi bu.

Siparişi verip yatak odasına... yani salona döndüğünde Mikanın Minopoli oyununu kurmuş olduğunu gördü. 'Tam bir kız gecesi olacak' diye düşünmeden edemedi.

Üç genç kız, bir iki oyun, pizza ve belki biraz da dedikodu. Yıldız hep istediği şeye şimdi mi kavuşuyordu yani ?

Tamam çocukken erkeklerle zaman geçirmek te eğlenceliydi ama Yıldızın sevdiği şu masa oyunlarını oynamak gerçekten zordu.
Bir kere Monopoli oynamışlardı ve içlerinden biri kağıtları boşverip gerçek para ile oynamayı teklif ettiğinde hepsi büyük bir heyecan ile kabul etmişti. Tüm harçlığını kaybeden Yıldız dışında.

'Bu kumardı' diye düşündü ve gülümsedi. Televizyon çocuklara gerçekten kötü örnek oluyordu.


Yine de hiç yoktan iyiydi çünkü çocuklar bu oyunları sevmemelerine rağmen sırf Yıldız için oynamayı kabul ederlerdi. Ve bazen Mete ona yardım ederdi.

Jenga da tehlikeli bir yere geldiklerinde, sırası Yıldızdan hemen önce olan Mete her defasında elini çarpması imkansız yerlere çarpar,Yıldıza dönüp göz kırpar, sonra da oyunun cezasını çekerdi.

'Mete acaba şu an ne yapıyor ?' diye mırıldandı kimsenin onu duyamayacağı kadar kısık bir sesle.

***

Mete Yıldızı eve bıraktıktan sonra kendi evine gitmeyi düşündü. Birkaç aylığına iki katlı lüks bir müstakil ev kiralamış ve çoktan içini döşemişti.

Şimdiye çoktan o güzel evinde olmalıydı ama bulunduğu sahil evine yakın bir yer gibi durmuyordu. Anlaşılan yine kaybolmuştu.

Mete bunu hep yapıyordu. Dalıyor ve yanlış yerden sapıyor, sonrada kayboluyordu.
Yıldız her defasında onu izlediği dizilerden bir karaktere benzetirdi. Bir nailist.. Adı Gey yada Key gibi bir şeydi. Mete hangisi olduğuna emin olamadı.
Zaten umurunda da değildi.

Onun umurunda olan Yıldızın o karakteri çok sevip bir huyunu ona benzetmesiydi.

Ayrıca şu an düşünmesi gereken daha önemli şeyler vardı. Evine nasıl döneceği gibi.
Kimi arayacağını bilmiyordu.

Yıldızın orada olmasını ve yine ona yolu tarif etmesini diledi. Ama gelemezdi çünkü Mete Yıldızı daha kendi bile neresi olduğunu bilmediği tehlikeli görünen bir yere çağıracak kadar odun değildi.

Navigasyonu ile dönebilirdi eve ama Meteye düşman olan teknoloji yine yapacağını yapmış, tam ihtiyacı olduğu sırada navigasyonu bozulmuştu.

Neyse ki akıllı telefonu vardı. Hemen mobil veriyi etkinleştirdi ve navigasyona girdi. Yeterli bakiye bulunmamaktadır. Mete sert bir şekilde direksiyona vurdu.

"Lanet olası yurt dışı fiyatları!! Daha yeni yüklemiştim." Başı ağrımaya başladığı için şakaklarını ovuşturdu. "Faturalı hatta geçmenin vakti gelmiş."


Arabasından çıktı ve etrafına bakındı. Bir ankesörlü telefon!
Elini cebine attı ve bir avuç bozukluk çıkarttı. Telefonun bunlarla çalışmasını umarak yanına gitti.
Çalışıyordu.

Cep telefonuna bakarak şirketten ingilizce bilen birilerinin numarasını çevirdi.
Beklediğinin aksine nazik tepkiler almıştı. 'Bu konuda türkler bir koreliler iki olmalı' diye düşündü. Yani en azından şimdiye kadar karşılaştıkları insanlar öyleydi.

Belki de parası var diyeydi. Ama yine de avrupa ve amerikalılardan iyiydiler.

Mete düşüncelere dalmış bir süre bekledikten sonra biri arabasının camına vurdu.
Şirketten gönderilen genç bir stajer. Hoş görünen iyi görünümlü biriydi.
Hevesli bir stajere benziyordu ve akıcı bir şekilde ingilizce konuşuyordu. Mete sonradan yarı amerikalı olduğunu öğrenecekti.

Mete arabasından çıktığında çocuk eğilerek selam verdi ve adını Park Jong Hyun olduğunu söyledi.
Bu Mete nin kısa bir an hayal kırıklığına uğramasına neden olmuştu. İsimlere önem verirdi ve Jong Hyun adında sinirlerini bozan biri zaten vardı.

Ama eve dönmek için başka yol denemekten yada sırf onun için bu kadar yolu gelen birine nezaketsizlik yapmak istemiyordu.
Bu yüzden aynı şekilde selam verdi ve kendini tanıttıktan sonra anahtarı Jong Hyun a verip sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa oturdu.

Sonunda eve gelip kapıyı açtığında içeriden hızla koşan bir köpek ayaklarına süründü. Bu Yıldıza fotoğraflarını yolladığı ve yanıt vermezse korelilere vermekle tehdit ettiği köpekti.

Kaza ile karşılaşmışlardı ve sahibi olmadığını öğrenince sahiplenmek zorunda hissetmişti.
Şimdi ise Yıldızın hoşuna gidebileceğini düşündü.

"Acaba yarın onu biri ile tanıştıracağımı söylesem gelir mi ki ?"

Bu günkü hayal kırıklığından sonra ihtimali düşüktü. Ama Yıldız ona kırılmamıştır..

Ceketinden Yıldızın çizdiği manhwa yı kitaplığında hoş bir yere yerleştirdi ve ceketini koltuğun kenarına fırlattı.

Yıldız en azında onun arkadaşı.. Her gün görüşmeleri tuhaf kaçmazdı.