Translate

Fanfiction etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fanfiction etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Nisan 2015 Salı

Starry Night (Bölüm 39 - 'Bana Ulaş')

"Odun! Odun! Kendini beğenmiş, Kore odunu!"  Yıldız ne kadar hakaret etse de sakinleşemiyordu.
Sol elinin üstüne tekrar baktı ve 'Ağh!' diye bağırdı, ciğerlerindeki tüm hava boşalana dek.  Yol boyunca ovmasına rağmen elinin üstündeki yazıdan kurtulamıştı.
"Sağduyu yoksunu odun!"  Yerde duran  yastık, sağlam bir tekmeyle önce duvara, ardından yere yapıştı.
"Bana ulaş deyip te..."
İkinci bir tekmeyle yastık kendini mutfak dolabında buldu.
"...ulaşabileceğim tek numara'nın  kayıtlı olduğu telefona şifre koymuş!!" Ve yastık yeni bir tekmeyle başladığ yere geri döndü.

Bu böyle olmayacaktı. Yıldız evde kalmaya devam ederse, ya eşyalarından olacaktı ya da evden kovulacaktı.. Düşünemiyordu.. Daha fazla oksijene ihtiyacı vardı. Ve sonunda kendini yine Han nehri'nin kenarında buldu.
Soğuk havayı hesaba katmadığı için donmak üzere olsa da, biraz olsun sakinleşmeyi başarmıştı. Jong Hyun u öldürmeden önce ona ulaşmanın bir yolunu bulmalıydı.
İç sesine kulak vermeliydi.. İç sesi.. İç sesi ona ne söylüyordu ? 
"Kyaa~ Oppam yeni bir fotoğraf paylaşmış!"    
'Dur bir dakika..' Yıldız hemen yanında cırlayan liselilere döndü. Sosyal medya!
Tabi ya! Hangi çağda yaşıyordu Yıldız ? Artık telefonlar, internet için vardı.

Yıldızın sosyal medyayla ilgisi yoktu. Dolayısıyla herhangi birinde hesabı da. Ama açmak ne kadar uzun sürebilirdi ki ? Tek bir sorun vardı sadece..
Jong Hyun denen odun sosyal medya kullanıyor muydu ?

***

"Ciddi olamazsın. Bana ciddi olmadığını söyle." Tüm hikayeyi dinleyen Yong Hwa, Jong Hyun'un söylediklerine inanamadı.
"Hepsi doğru."
"O kızların, Woo Bin'in yeni evinde ne işleri vardı peki ?"
"Hiç bir fikrim yok."
Jong Hyun'un olaylara karşı kayıtsız tavrı, Yong Hwayı daha da şaşırttı.                                                      "Ve umrunda değil öyle mi ?"
"Yani.. Benim de kafama takıldı ama en kötü itimalle ne olabilir ki ?"

Ne Jong Hyun, ne de Yıldız, Dilara ve Kim Woo Bin'in dolandırılıp aynı evi satın aldıklarını biliyordu. Buna rağmen, normal insanlar gibi olayı merak etmek yerine, sadece sonucu düşünüyorlardı.
Yıldız için sonuç, bir hafta öncesine geri dönmekti. Jong Hyun için ise, Yıldızı biraz olsun peşinden koşturma şansıydı.
Her iki taraf ta bir fırtınanın kopacağını biliyordu. Yıldız fırtınayı başlatmaya hazırlanırken, Jong Hyun da hortumları kayda almak isteyen insanlar gibi, kendini güvenli bir yere sabitlemiş, ne pahasına olursa olsun kayda değer fırtına için bekliyordu.

"Yitirdi.. Sonunda aşırı yoğunluk ve kültür şokundan aklını yitirdi."
Yong Hwa ve Jong Hyun arkalarını döndüklerinde, olayı başından beri sessizce dinleyen Jung Shin i fark ettiler. Jung Shin.. Hiç akıllanmıyordu cidden.
Jong Hyun kafasını sağa sola yatırarak boynundaki kasları esnetti.                                                 "Sonra niye seni dövdüğümü soruyorlar." Kollarını ileri doğru itip parmaklarını çıtlattığında Jung Shin de yerinden fırladı.
"Hatalıydım! Hatalıydım hyeong!"

***
 Mika, eve gelir gelmez üzerini değiştirmiş ve kendini yatağa atmıştı. Akşam üzeri uyuduğu için uykusu gelmiyor, boş boş yatmak onu çeşitli düşüncelere itiyordu.. Min Hyuk gibi.. Fotoğraf çekimi sırasında, onun teklifini, heyecanı yüzünden nasıl reddettiği gibi..
 Min Hyuk, yeni dizisinin çekimlerini bitirir bitirmez yurda dönmüştü. Çok yorgun olduğu için, diğer üyelerin çıkardığı sesleri duymazdan gelip, yatağında kalmayı tercih etti. Ama ölecek kadar yorgun hissetmesine rağmen gözüne uyku girmiyordu. Nedense gözünü her kapadığında, tetris oynarken kendi kendine konuşan Mikayı görüyordu.
Mika'nın yüzü, Min Hyukun, Jung Shin ile birlikte ona bakıp güldükleri anı düşününce kızardı ve genç kız ani bir hareketle yorganı kafasına kadar çekti.
Min Hyuk, teklifinin acımasız reddedildiği anı hatırladı ve yorganını aşşağıya doğru tekmeleyerek ayaklarının altına aldı.
Mika, kendi boyunun, Min Hyuk'unkinin yanında ne kadar kısa kaldığını düşündü ve sinirle , yorganını havaya doğru tekmelemeye başladı.
Min Hyuk'un gözünde, Yıldız'ın telefonunu cevapladığı an canlandı. Mikayı ilk görüşü.. Gülümsedi ve sağ tarafına döndü.
Mika, Min Hyuk'un 'Kang Min Hyuk's lady' yazısını gördüğünü biliyordu. Rezil olduğunu düşündü ve yorganını tekmeleyerek yere attı.

Kısa bir an için bile olsa, tetris oynarken, Mika ve Min Hyuk un yüzleri arasında bir kaç santim mesafe kalmıştı... İkisi birden kızardı ve başlarının altındaki yastıkları, yüzlerine kapattılar.

Mika, Min Hyuk un ne kadar yakışıklı olduğunu ve seviyeleri arasındaki farkı biliyordu. 
Min Hyuk, Mika'nın bu şirin haliyle, kesinlikle bir erkek arkadaşı olduğunu düşünüyordu.
Ayrıca, Min Hyuk ulaşılmaz bir idoldü.. Mika, büyük ihtimal bir sürü idole hayran olan, gerçekte hiç birinden tam anlamıyla hoşlanmayacak olan bir fandı.

İkisi de umutsuzdu. İkisi de gerçekleri bilmeden kendilerince çıkarım yapıyorlardı. Yine de birbirlerinden ne kadar hoşlandıklarının, yani en azından kendi duygularının farkındaydılar.
Birilerinin aksine..
Jong Hyun ve Yıldız, kendilerini birbirlerinden nefret ettiklerine o kadar inandırmıştı ki, yüz yüze geldiklerinde, tartışmak ve laf sokmak dışında bir şey yapamıyorlardı.
Jong Hyun kısa bir an için aşık olduğunu düşünse de hala inkar etmeye ve aksi bir kanıt aramaya çalışıyordu.
İkisi de aralarındaki bağlantı için mantıklı bir sebep bulduktan sonra, sonsuza dek bitirmek istiyorlardı. Ne kadar canlarının yanacağından bir haber..

Eğer aralarındaki her şey, fotoğraf çekiminde bitseydi, Yıldız bir daha mavi kıyafetler giyemeyecekti. Hemde o rengin verdiği rahatsızlığın sebebini bilmeden.
Jonh Hyun gece gök yüzüne bakıp ta yıldızları her fark ettiğinde, derin bir nefes alacaktı, içine çektiği oksijen ne kadar fazla olursa olsun, yeterli değilmiş gibi hissederken.

Peki ya sonuna kadar giderlerse ne olacaktı ?

Yıldız ve Jong Hyun un arasında romatik bir ilişkinin olma düşüncesi bile komikti. Birbirlerine benzemiyorlardı. Birbirlerinin ideal tipi bile değillerdi.
Büyük ihtimal, sonunda Yıldız Meteyi fark edecek, Jong Hyun ise bir ünlü ile çıkacaktı... Yada, belki de öyle olmazdı ?

"Aptal!! Bana ulaş deyip te ulaşacağım bir numara bırakmadan gidiyorsun! Asıl sen bana ulaş!" Jong Hyun, yüklediği son resme yapılan yorumu görünce, gözlerini, bir asyalı için imkansız gibi görünecek kadar açmıştı.
"Hayır, Hayır! Bunu internete yazmış olamaz!"

20 Mart 2015 Cuma

Starry Night (Bölüm 38 - Temizlik Ve Karşılaşmalar)

Yıldız kafasını sehpadan yavaşça kaldırdı. Yüzünde boydan boya üzerinde yattığı kalemin izi çıkmıştı. Ne zaman uyuya kalmıştı ki ?

Yüzünü kaşıdı ve bayık gözlerle cep telefonuna baktı. Saati görünce gözleri kocaman olmuştu. Dilarayı unutmuştu, geç kalacaktı.



Yerinden fırlayıp eşyalarını kenara itti ve hoş ince bir kazak giydi. Böylece hem şık olacaktı hemde rahat iş yapacaktı. Kazağı ince olduğu için evde terlemeyecekti de.

Aynanın karşısına geçti. Perçemini önünde bırakıp saçlarını arkaya topladı ve bir kez kendi etrafında çevirip kazağıyla uyumlu dişli bir toka taktı



Hazır gibi görünüyordu.. göz altı halkalarını saymazsa tabi. Biraz fondötenden zarar gelmezdi.



Koyu halkalar tüm yüzü, fondöten göz kalemini izledi ve en sonunda Yıldız kendini ayna karşısında '*aegyo' yaparken buldu.



Mika gelip onu aynadan ayırmasa akşama kadar devam edebilirdi. Neyse ki Yıldız ayna karşısından uzaklaşmayı ve taksiye binmeyi başarmıştı.



Yolculuğun sonunda Dilara'nın evine çok geçikmeden ulaşmayı başarmışlardı.

Ama evi gördüğünde Yıldız ayna karşısında topladığı tüm öz güveni yitirdi.



Önlerindeki ev kocaman, iki kalktı ve müstakildi. Yıldız dışında Koreye gelen tüm Türkler köşeyi mi dönmüştü ? Dilara'nın evden atılmış zavallı bir kız olması gerekmiyor muydu ?



Bir yıl.. Yıldız kos koca bir yıldır oturduğu çatı katından dahi kurtulamamışken, yaşıtları iki katlı evlerde yaşıyordu.. Hatta Dilara Yıldızdan küçüktü.



Yıldız mı çok yeteneksizdi yoksa çevresindeki insanlar mı çok başarılıydı ?

Kendi ayakları üzerinde durmak bu kadar zor muydu ? Sonunda hayatı boyunca ailesinin mirasını yiyen biri mi olacaktı ?



"Bittik biz!"

Yıldız düşüncelerinden sıyrıldı ve gözleri kocaman olmuş mikaya döndü.

"Niye ? Ne oldu ?"



"Bu ev.." dedi Mika ve yutkundu. "..eğer temizlemeye kalkarsak ölürüz.."



Yıldız dayanamadı ve kahkaha attı. İkisi bakış açıları konusunda iyi bir örnekti.



"Merak etme. Hepsini bize temizletmez.. herhalde"



Mika endişeliydi.

"Ya temizletirse ?"



Yıldız sinsi bir ifade takındı.

"Bide kaçarız. Tabi önce eve girmeliyiz. Burada dikilmek evi küçültmeyecek."

Tekrar Mikaya döndüğünde tembel arkadaşının yavaş yavaş geri adım attığını gördü. "Gel buraya!" dedi ve kolundan tutup kapıya kadar neredeyse sürekleyerek getirdi.



Zile bastı ve beklemeye başladılar.



İçeriden önce bir takırtı geldi. Sonra bir erkek sesi, 'Sorun yok ben iyiyim'

Kısa bir sessizlik oldu ve ardından kapı yavaşça açıldı.

Kızların beklentisinin aksine kapıyı açan Dilara değil, dağılmış saçları ve şaşkın yüz ifadesiyle onlara bakan Meteydi.

"Sizin burada ne işiniz var ?"



Yıldız da en az onun kadar şaşkındı.

"Asıl senin burada ne işin var ?"



Mete yanıt veremeden Dilara yanlarına gelmişti.

"Yıldız! Gelmişsin. Ne duruyorsun? İçeri gelsene."



Yıldız Meteyi işaret etti.

"Şey.. Siz..." derken Dilara onu kolundan tutup içeri çekmişti.



Yıldız daha Mete ile karşılaşmanın verdiği şaşkınlığı atamamışken, elinde koli ile ona bakan Korayı gördü.. Eski arkadaşlarından biri.. Görmeyeli yıllar olmuştu. Bir an kim olduğunu tam anlayamadan boş boş baktı. Rüya mı görüyordu ?



Yeni tanıştığı Türk kız, Mete ve Koray aynı evdeydi..



Koray da en az Yıldız kadar şaşırmış olmalıydı ki elindeki koliyi yere düşürdü.

Bir süre Mete, Yıldız ve Koray sessizce bakıştı. Kimse ne diyeceğini bilmiyordu.



Sonunda Dilara konuştu.

"Şey.. araya girmek istemem ama..yoksa siz ?





Koray "Evet" dedi düşürdüğü koliyi ayağıyla itip ortadan kaldırırken. "Doğru anladın. Birbirimizi tanıyoruz."



"Siz ikiniz birbirinizi nereden tanıyorsunuz ?" Yıldız bir an duraksadı ve Korayı işaret etti. "Peki ya o nereden çıktı ?"



Dilara önce Koraya ardından yine Yıldıza döndü. "O derken.. Koray mı ?"

Sonunda Mete de araya girdi. Kimin kime ne dediği belli olmuyordu.

"Asıl sen bu kızı nereden..."



Kenarda olan bitene balık misali bakan Mika, daha fazla bu gürültüye dayanamadı.

"Yeter! Herkes bağırmayı ve Türkçe konuşmayı kessin. Anlıyorum, şaşkınsınız ama ben burada dururken şu yaptığınız büyük bir saygısızlık. Burası asya." Şirin ve küçük Mika'nın içinden canavar çıkmış gibiydi. "Her kes bir yere otursun ve sırayla açıklama yapsın lütfen!"



Yıldız bile Mikadan böyle bir tepki görünce şaşırdı. Ama hak ta vermişti.

"Pekala, herkesin bildiği ve bilmediği şeyler var gibi. Sırayla anlatırsak sorun çözülür."



"Sen başla Mete" dedi Koray. Gözlerini Meteninkilere kitlemişti. "Herkesten çok bildiğin açık. Yıldızı gördüğüne değil de burada gördüğüne şaşırmış gibisin."



Odadakilerin bakışları ona kaydığında Mete bildiği her şeyi unutmuş gibi bakıyordu.

Herkesin, özellikle de Yıldızın önünde onu Koraydan dahi kıskanacak kadar çok sevdiğini söyleyemezdi.



İki küçük adım attı ve Korayın yanına gidip kısık sesle konuştu.

"Bir şeyleri gizlemem hataydı. Biliyorum. Ama şu an açıklayamam. Buradan çıktığımızda en ince ayrıntısına kadar açıklayacağım. Lütfen şimdilik beni idare et."

Korayın kötü bakışlarını ve sessizliğini 'evet' olarak kabul eden Mete herkesin duyabileceği şekilde devam etti konuşmasına.

"Yıldızın Korede yaşadığını kısa bir süre önce öğrendim. Ardından ailesinden yaşadığı yerin adresini ve numarasını aldım. Dilara dışında herkes zaten biliyor ama Yıldız 'çok sevdiğim' çocukluk arkadaşım. Ve tabi Koray da.."



Cümlenin sonuna Korayı da eklediği için kimse şüphelenmemişti ama yine de herkesin içinde Yıldızı sevdiğini söylemek, düşündüğünden fazla gerilmesine neden olmuştu.. Hiç iyi değildi.. Mete resmen ergen kızlar gibi davranıyordu.



"Peki ya Koray ?" diye araya girdi Yıldız.



Koray elini kaldırıp "Selam Yıldız." dedi geçte kalmış olsa. "Ben bir süredir ailem ile burada yaşıyorum. Metenin Koreye geldiğini duyunca o hayırsızı bulayım dedim ve bulunca da biraz iş yükleyip kuzenime yardım için çağırdım. Ah bu arada, Dilara, kuzenim. Tabi sizin bağınız hala bir gizem."



"Biz" diye yanıtladı Dilara. "Eski komşularız. Mika üstkat Yıldız sa karşı binadan komşumdu. Tanışalı çok olmadı tabi."



"Tuhaf karakter bağlantıları check." Yıldız havada büyük bir onay işareti (✓) yaptı parmağıyla. Herkesin ona baktığını görünce sesli konuştuğu için pişman oldu. "Ihım şey, yani.. sorun çözüldüğüne göre işe başlayalım mı ?"



Yıldız listenin yalnızca son kısmını sesli söylemişti.Kafasının içindeki 'Kore dizileri ve benim hayatım' listesinde ilk sırada 'Olabildiğince tuhaf bir şekilde ünlü veya zengin biri ile karşılaşmak.' yazıyordu. Devamı ise Onunla anlaşamama , Tuhaf tesadüfler , Eski arkadaşın birden ortaya çıkması ve Daha fazla anlamsız tesadüftü.. Ne eksik kalmıştı ? Araba kazası !?

Yıldız "Kaza geçirmek istemiyorum." diye mırıldandı.

İlla olacaksa Jong Hyun a araba çarpabilirdi. Hem belki o devasa egosu ağır hasar görür, ameliyatla alınırdı...





Düşünceler, 'Ee neler yaptın görüşmeyeli?' temalı konuşmalar ve derin anlamlı bakışmalar ile birlikte yapılan temizlik, saatler sürmüş ve herkesin pili bitmişti.



'Biraz oturacağız sadece' diyen Mika, Yıldız ve Dilara yorgunluğa yenilmiş ve uyuya kalmışlardı.

Zaten işin çoğu bittiği için bunu fırsat olarak gören Mete ve Koray, rahat konuşmak, ardından da eve gitmek için kızlara bir not bırakıp dışarı çıktılar.



***



Provadan çıktığında Woo bin ile buluşan Jong Hyun, önce yurda döndü. Woo Bin kalan bir iki eşyasını alırken, o da yorgunluktan kurtulmak için duşa girdi. Sonunda ikisinin de işi bittiğinde biraz alışveriş için dışarı çıktılar ve saatlerin ardından Woo Bin in yeni evine vardılar.



İki katlı büyük beyaz bir ev..



Woo Bin kapıyı açtığında içeri ilk giren Jong Hyun oldu. İçeriyi gördüğünde bir an tereddüt edip Woo Bin e döndü.

"Hyeong, üç tane biraz fazla değil mi ?"



"Ne ?" Woo Bin de içeri girdi ve biri yerde kollarını açmış, diğeri kafasını koltuğa gömmüş yatan iki kız gördü. Bir adım daha atınca koltuğun arkasındakini de farketmışti.

"Ne yazık ki ben bu kızları tanımıyorum. Tanısam eve seninle gelmezdim."

Kaşlarını kaldırıp dudağını büzdü ve kızlara bir kez daha baktı.

"İkisinin yüzü görünmese de güzel kızlara benziyorlar."



"Tamam ama bu kızların burada ne işi var ?"



"Bilmem. Evsiz, fan yada temizlik ekibinden olabilirler. Hatta evin sahibinin değiştiğini bilmeyen arkadaşlar.. Her ne ise onlar uyanınca öğreniriz."



"Bana da haber verirsin öğrenince. Artık gitmem gerekiyor."



Woo Bin, sırtı dönükken sağ elini havaya kaldırarak umursamaz ve havalı bir şekilde 'güle güle' derken üst kata çıktı.



Jong Hyun da evden çıkmadan önce kızlara bir kez daha göz attı. Kafasını koltuğa gömmüş olan yüzünü dönmüştü.

Jong Hyun önce gözlerini kıstı sonra şaşkınlıkla kocaman açtı. Yıldız yine umulmadık bir şekilde karşısına çıkmıştı! Rüyası doğruysa son kez olacaktı.



Genç adam, şaşırmak, ürpermek ve mutlu olmak arasında bir duyguda kalmıştı.

Yıldız burada ne yapıyordu ? Jong Hyun ne yapacaktı ?



Yavaşça yıldıza yaklaştı. Cebinden yarısı dışarı çıkmış telefonunu çekti ve uyanmadığını kontrol etmek için bir kez daha baktı.

Yıldız çok deli uyuyor olabilirdi. Ama çok tatlı uyuyordu.



Jong Hyun telefonun ayarlar kısmına girdi ve şifreyi değiştirdi. Telefonu kapatıp aldığı yere koydu ve kendi cebinden bir kalem çıkardı.



Tecrübelerine göre Yıldızın uykusu ağırdı. O yüzden korkmadan genç kızın sol elinin üstüne imzasını attı ve altına ' Yeni şifreni öğrenmek istiyorsan bana ulaş. -JH-' yazdı.



Tam gidecekken Yıldızın gözünün üstüne düşen perçemini fark etti ve yavaşça kulağının arkasına yerleştirdi.

Elini bir süre çekmedi.

Arkada yatan kızdan bir mırıltı duyunca aniden evden çıktı.



Yıldızın orada ne işi olduğunu bilmiyordu. Ama bildiği bir şey vardı. Yıldız ile ilgili her şeyi berraklaştırmak için onu görmeye devam etmeliydi. Ve görmek için de kendi şansını yapmalıydı.

12 Ocak 2015 Pazartesi

Starry Night (Bölüm 37 - Konser Provası)

Cnblue üyeleri sabahın köründe toplanmış, yaklaşmakta olan konserleri için provaya hazırlanıyorlardı.

Kontroller yapıldı, son olarak Jung Shin de gitarını omuzuna asıp, dağılan saçlarını kafasını savurarak düzeltti.

Yong Hwa gitarıyla yumuşak bir melodi çalmaya başlamıştı. Kendini ritme kaptırdı. Mikrofona azını dayadı ve konserdeki bütün kızların çığlık atmasına sebep olacak sesi ile şarkı söylemeye başladı.
"Listen to my story, i saw a fallen staa~r.."

Sanki bütün vücudu müziğin kontrolü altındaydı. Şarkıyı söylemiyor, adeta yaşıyordu.

Ardından Jong Hyun un sırası geldi. Sesinin ve yüzünün müthişliğine rağmen, bütün dikkatleri kollarına çekecek, sıfır kollu bir t-shirt giymişti.
Aynı anda şarkı söyleyip gitar çalarken, bir yandan da gözlerini kapatmıştı.
"Konu sekaide kagaya itteru, kimi to boku no hana shiwo shitteru~"

Jung Shin de ona eşlik etti.
"Kawarrazu soba ni ite kureru, kimi no kokoro ga hikaraseiteru..."

Yong Hwa nın söylediği gibi, birlikte sahnedeyken çok iyi görünüyorlardı. Hatta mükemmel..
Yılıdz sa bu manzarayı görmediği için neler kaçırdığından bi haber dudaklarını uzatmış, burnu ve üst dudağı arasına sıkıştırdığı kaleme konsantre olmuştu.

Sağ kulağının arkasında başka bir kalem daha vardı. Perçemi yüzüne düşmüş, başka bir kalemle tutturduğu saçı dağılmaya başlamıştı.

"Lanet ilham!" diye bağırdı, burnu ve dudağı arasındaki kalemin masaya düşmesine izin verdikten sonra.

Son zamanlarda değişen hayatı yüzünden çok yorgundu. Normalde daha yollaması gereken bölümün zamanı dolmadan yeni bölümler yazan Yıldız, artık ucu ucuna yetiştiriyordu bölümleri.
Daha önceden yedekledikleri olmasa belki de çoktan kovulmuştu.

Ama onun bir suçu yoktu.. Değil mi?
Ne zaman yeni sahne düşünse, aklına gelen Mete ve Jong HYun un suçuydu hepsi.
Kalemi eline aldığında sızmasına neden olacak kadar yorucu yeni hayatının suçuydu.

Bu gün gideceği Dilaraya yardım etmek te onun suçu değildi. Etik değerler suçluydu.
Yıldız sırf vakit bulacak diye bir Türk ü yabancı ülkede yalnız bırakacak kadar kötü biri değildi. Kendi taşınırken çektiği zorlukları başkasının da çekmesini istemezdi.

Hayır, hayır. Tüm suç haftalardır gelmeyen o lanet ilhamdaydı.

En sonunda vazgeçti. Akşam yazacaktı. Ne de olsa hala biraz vakti kalmıştı.

***

"Demek Koreye gelme sebebin bu ?" dedi Koray, bitirdiği su şişesini sıkıştırıp içindeki tüm havayı boşalttıktan sonra. Ardın da kapağını sıkıca kapattı.

"Evet, o Koreli arkadaş çok met edince, Amerika ve Avrupanın ardından birde Asyayı göreyim dedim."

Aslında Mete tam anlamıyla yalan söylüyor sayılmazdı. Fransadayken Koreli biriyle tanıştığı doğruydu. Bir süre asyada yaşamak istediği de.. Hatta yeni bir dil öğrenmeye bile başlamıştı.
Ama ne planladığı süre yakındı, ne de gelmek istediği ülke Koreydi.

O Japonyaya gitmek istiyordu. Fuji dağının, *sakura yaprakları ile süslenmiş sokakların ve rengarenk **yukatalar giymiş insanlarla dolu çeşitli festivallerin fotoğrafını çekmek istiyordu.
Kısacası Yıldızla yapmayı planladıkları her şeyi yapacaktı. Zamanı gelince.. Yıldızı düşünmek artık acı vermediğinde..

Ama işler değişmiş, Mete apar topar Koreye gelmişti. Nedense gerçek nedenini Koraya söyleyemedi.

"Peki bizimkilerden başkasıyla görüştün mü daha önce ? Amerikaya gittikten sonrasından bahsediyorum tabi."

Mete düşünceli bir şekilde kafasını salladı.
"Evet. Fransadayken Serhatla karşılaştım. Bir ay önceydi. Yeni evlenmiş ve balayına Fransaya gitmişler. Onunla karşılaşmamız mucize gibiydi. İnsan kadere hayran kalıyor böyle zamanlarda."

"Ciddi misin ?" dedi Koray büyük bir şaşkınlıkla. "Aramızda en genci oydu oysaki. Yıldız dışında tabi"

"Evet, Yıldız en gencimizdi." Mete bir an ses tonunu ayarlayamasa da neyse ki Koray fark etmemişti onun kendi içinde yaşadığı ikilemi.

Mete'nin küçükken en sevdiği arkadaşı Koraydı Onu seven kısmı 'Yıldız da burada' demek istiyordu. Ama bir yandan da kıskançlık engel oluyordu.
Yıldızı Koraydan kıskanmak mantıksızdı ama konu Yıldız ken Mete'nin mantığı çalışmazdı.

Mete Yıldıza aşıktı. Küçükken Serhat ta..
'Ya Koray da benim gibi kimseye söylemeden ondan hoşlanıyorsa ?' diye düşündü.

"Neyse benim kalkmam gerek" Koray Mete'nin düşüncelerini bölmüştü. "Kuzenim taşınıyor ve yardıma ihtiyacı var. Senin başka bir işin var mı ?"

"Hayır, tüm gün boşum. Neden sordun?"

Koray elinin tersiyle, hemen yanında oturan Mete'nin sol koluna vurdu.
"Fazladan kas gücü fena olmazdı hani."

Mete önce koluna sonra Koraya baktı.Tıpkı eski günlerdeki gibi, kocaman bir gülümseme vardı Koray'ın yüzünde.
Metenin içini bir sıcaklık kapladı. Ne Amerikada, ne Fransada yaşayabildiği bir histi bu. Sadece küçükken, küçük arkadaş gurubuyla vakit geçirdiğinde hissedebildiği bir duyguydu. Ailesiyle birlikteymiş gibi..

Mete eski günlere mi dönmeye başlamıştı ?
Önce Serhatla karşılaşmıştı. Ondan Yıldızın haberini almış, Koreye gelmişti. Şimdi de Koray.

Ülkesinden ayrı kaldığı sürece gün be gün soğuyan, duygusuzlaşan Mete, tekrar kendinden başka birilerini önemsemeye başlamıştı.

"Bir tek sen mi varsın yardım edebilecek ?"

"Hayır, birde Arda var. Kuzenimin arkadaşı. Sen gelirsen üç erkek birde kuzenim olacağız."

Mete kısa bir süre düşündü.
"Neden olmasın.. Ama bir an önce kalksak iyi olur."

"Neden? Bir sorun mu var ?"

Mete etrafa bakınca Koray da onun bakışlarını takip etti.
İkili, manzarası güzel park gibi bir yerde, bankta oturuyordu.

"Sorun değil de.. başka yer bulamadın mı buluşacak ? Buradaki herkes çift ve bize çok tuhaf bakıyorlar."

***

Prova bittiğinde Jong Hyun herkesten önce çıktı. Kim Woo Bin ile buluşacaktı ama yine aklındaki tek şey Yıldız dı. Daha doğrusu rüyasıydı.
Dün de rüyasına girmişti. Ama karşılaştığı anca Mete olmuştu.

Kafasını sağa sola salladı. Neler saçmalıyordu böyle ? Sırf rüyasında gördü diye karşılaşacak değildi.
Yine de karşılaşmak istiyordu.. Peki ama nasıl ?

'Kaderimizde varsa karşılaşırız.' diyecek hali yoktu. Zaten kaderleri onları defalarca karşılaştırmıştı. Bundan sonra iş başa düşmüştü.
'Endişelenecek bir şey yok.' diye mırıldandı. En azından Yıldızın numarasına sahipti.

Aramak için bahane üretmek zor değil.. Min Hyuk tan bahsedebilir di.

'Selam Yıldız.. hatırladın mı ben Jong Hyun ? Son karşılaşmamızı da hatırlıyorsunuzdur. Min Hyuk o günden beri arkadaşından bahsedip duruyor. Gel aralarını yapalım. Birbirimize gıcık olsak ta arkadaşlarımız için bir randevuya katlanacağız.. Ne randevusu mu ? Dördümüz birlikte çıkarsak skandal olmaz. 'Yabancı fanlarla yapılan bir etkinlik' der geçeriz.'

Bu olmazdı. Kendi çıkarları için Min Hyuk u gammazlayamazdı. Sonuçta gurup arasında konuşulan gurup arasında kalırdı. Ayrıca az önceki hayali konuşma kendisine bile komik gelmişti.

"Yine de~" dedi Jong Hyun. "Bir skandal çıkarsa iyi kurtarırım.. Kalp hızlı çarpınca beynime kan gitmeye başladı galiba. Birde aşk insanı aptallaştırır derler."

10 Ocak 2015 Cumartesi

Bir Duyuru Yapmak İstiyorum (Hikayeler hakkında)


Öncelikle uyarayım; bu yazıyı kişisel olarak algılamasın hiç kimse. Bir çok kişi ile bu konuyu konuştum. Hatta o kadar ki, kim ne dedi hatırlamıyorum. Kimseyi aşşağılamak, azarlamak istemiyorum ama bende biriktim ve bazı şeyleri söylemem gerek.

Hepinizden sürekli duyduğum şeyler var. 'hikaye çok yavaş ilerliyor,' yada 'bölüm kısa'

Bende her defasında 'hayır yavaş ilerlemiyor, bölümler bölünmüş.' yada 'Benim de bir hayatım var kolay değil yazmak' diyorum.

Bazılarınız 15 dakikada okuyorsunuz diye o kadar sürede yazıldı sanıyor hikaye galiba. Arkasındaki emeği düşünen yok.
Starry Night ı yazarken harcanan şeyler biraz kağıt ve biraz elektirikten ibaret değil.

Yazan bilir, yazmak için gerekli şeyler vardır... Sessiz bir yer gibi.
Dizi ve filmlerde görmüşsünüzdür, yazarlar ilham bulabilmek adına sessiz doğa ile iç içe bir yere yerleşir. Bense sessizlik denen şeye baya hasretim.

Sonuçta yalnız yaşamıyoruz. Televizyondur, müziktir, konuşmalar, komşular derken sırf hikaye yazabilmek adına kıp kırmızı gözlerle gecenin bir yarısı esneyerek bölüm tamamladığımı bilirim.

Hadi diyelim mucize eseri sessiz bir zaman yakaladım.. Yetiyor mu ? Hayır!
Kafamın da sakin olması gerekir. Günlük hayatın stresi, haberler, internette boş boş konuşanlar yetmez gibi Yeppudaa ya girince de birbirine sataşanlar, sürekli şikayet eden insanlar görüyorum. Sırf bir soru sordum diye kavga çıkarmaya çalıştığımı idda edenler, sırf bir şarkının bana işkence gibi geldiğini söyledim diye fanlıktan afaroz etmeye çalışanlar var.
Bakıyorum birileri tutmuş 'bende CnBlue boicesiyim' diyor.. Allahım sabır ver.

Hadi bunu da atlattık kafayı toparladık diyelim.. Benim hiç mi dersim, sınavım yok sanıyorlar ?
Yada yapmak istediğim başka şeyler.. Son zamanlarda sırf bu yüzden çok sevdiğim resmi bıraktım. Oysa birileri tutuyor bir şey için vaktim yok dediğimde benimle alay edip birde üstüne 'sorumluluk sahibi değilsin' diyor.
Lan ben aylardır elimdeki kitabı bitiremedim !

Starry Night ın ne şartlar altında nerelerde yazıldığını biliyor musunuz ? Bankada sıra beklerken bölüm yazmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Yada doktorda... Hangi insan doktor sırası beklerken hikaye yazar ?!
Olurda otobüste falan boş vakit bulursam bir iki cümle yazarım umudu ile yanımda defterle geziyorum.

Şimdi diyelim sessiz ortamı, sakin kafayı ve boş zamanı bulduk.. Benim Starry Night ın yarışamayacağı kadar değer verdiğim romanım var, ve diğerleri... Ah birde dergi editörlüğünü unutmayalım. Onları hangi zaman yazacağım ?
Şimdi dersiniz 'biz mi dedik dergiye katıl diye?' Bırakın da onca zaman Yeppudaa da üye olan bir insan hareketli avatara ve bir guruba üye olma mutluluğuna kavuşsun.

Tümü atlattık desek.. Birde yazıdakini bilgisayara aktarmak var. Bozuk klavyemle olduğu kadar bir deftere bir ekrana baka baka, gözlerim bulansa dahi yazmak işin zor kısmı diyelim. Ki öyle zamanlar oldu ki birilerine yalvardım benim yerime geçir şunu diye.

Siz se 15 dakikada okudunuz. Belki bir beğeni yada yorum yapmak zor geldi.

Sorun değil... Hiç biri sorun değil. Bunu ben seçtim. Ama sizin tutup ta 'yavaş ilerliyor' dediğinizi görünce küplere biniyorum.
Her zaman yapıcı eleştiriye açığım.. Ama benim tarzımı eleştirmek yapıcı eleştiri değildir. BEN YAVAŞ İLERLEMESİNİ SEVİYORUM! Bunu defalarca söyledim.

Yok neymiş efendim 'çok yavaş ilerliyor' muş, neymiş 'pilatinin hikayesi ile yan yana gelince daha da göze batmış'mış.. (pilatin iyi güzel yazıyor severim yer yerde öneririm ama ) Çok biliyorsan kendin yaz! Git pilatin gibi yaz hatta onunla spin off yap. Benim paşa gönlüm böyle yazmak istiyor.

Ben Starry Night ta çoğu gibi kolaya kaçıp seneryo misali yazmıyorum. Üç beş kişinin olduğu sahneyi, isimlerle dolmadan ve sürekli 'dedi' kelimesini kullanmadan yaz bakalım ne kadar kolaymış.

Starry Night Fanfictionların yüzde doksanı gibi ana karakterin azından da yazılmıyor. Öyle kendini karakterin yerine koyup, takır takır yazmak kolay. (yazanlara lafım yok. Benim de öyle hikayelerim var hatta Ren de o tarz)

Birde kolay mı sanıyorsunuz karakterleri sevdirmek.. Ben her zaman 'hikaye konusundan önce karakterler gelir' derim. Sırf karakteri sevdim diye konusu iyi olmayan kitabı sevmişliğim, sırf karaktere kıl oldum diye de nefret etmişliğim vardır.

Bilen bilir.. İlk bölümlerde çoğu Mika dan nefret ediyordu. Şimdi sorun okurlara Mika hakkındaki düşüncelerini ?
Çok sevdiğim okuyucularımdan biri (Jong Hyun cu olur) 'Meteyi bana nasıl sevdirmeyi başardın' dedi geçenlerde. Yüzden fazla okuyucu var.. Hepsine hitap etmek ne kadar zor biliyor musunuz ?
Hep bunlara kafa yoruyorum işte.

Starry Night ı yazdığım ilk günü hatırlıyorum. O heyecanı, isteği.. Benim için eğlenceli bir hobiydi.. Şimdi ise stres kaynağına dönüştü.. Önemli bir sınava çalışırken kafamda bir ses 'Uzun süredir Starry Night a yeni bölüm yazamamışken nasıl olurda çalışırsın!' diyor..

Şimdi yanlış anlamayın, Ben hikayemi seviyorum. Benim için Starry Night, ilk arkadaşlarım dışında okunan hikaye, ilk fanfiction, ilk fantastik öğe içermeyen hikayemdir. Okuyucularımı da çok seviyorum.. Bir çoğunuzun yorumları bana ilham vermekle kalmıyor, tüm gün pişmiş kelle gibi sırıtmamı hatta başka şeyler yaparken de cesaret almamı sağlıyor. Yazdığım için hiç pişman olmadım.

Ama buna rağmen ne yazık ki Starry night ve Ren bu nick ile paylaştığım ilk ve son hikayeler olacak, planlarda bir değişiklik olmazsa.. Bir süre sadece yayınlamadan yazmayı düşünüyorum.

Bunca zaman anlayışla okuyanlara, kıymet bilenlere teşekkürler.. Bilmeseniz de teşekkürler.
Ama en azından anlayın şunu.. Fianle kadar bunları süründüreceğim ve elimden geldiğin ce yavaş gerçekleştirip, çoğunlukta karakterlerin iç dünyasına ineceğim.

4 Ocak 2015 Pazar

Starry Night (Bölüm 36 - Yılın İlk Karı)

Yıldız yorgunluğu dışında bir şey düşünemeyecek kadar koşmuştu.
Kendini çimlere bıraktı ve kollarını yana açıp gökyüzünü seyretmeye başladı.
Derin derin nefes alıyordu canı yanmasına rağmen. Buz gibi havada, atkı dahi almadan koşmanın acısını genzinde hissediyordu.

Yinede gülümsedi. Çünkü başarmıştı. Metenin üstüne düştüğü o utanç verici anı unutmuştu. O anı kafasından silmeye çalışırken takıldığı Jong Hyun u da...

Düşünebildikleri sadece yorgunluğu, nefes almanın acı vermesi ve gökyüzündeki ilginç bulutlardı.

Ona tuhaf tuhaf bakan insanları görmezden geldi ve gözlerini kapadı.
Tekrar açtığında gök yüzünden düşen beyaz bir nokta gördü. Arkasından onlarcası onu takip ediyordu. Ve daha fazlası.
Mevsimin ilk karı yağıyordu!

***

Mete başkanla konuştu. Öğrenmesi gereken ufak tefek şeyleri öğrenip odadan çıktığında ona ters ter bakan Jong Hyunla karşılaştı.

Genç adam Meteyi görmenin şaşkınlığı ve siniriyle, ister istemez elindeki kağıtları buruşturdu ve
"Kimsin sen ?" dedi ingilizce olarak.

"Sizin fotoğrafçınız."

"Onu biliyorum. Yıldız için kimsin ? Neyi oluyorsun ?"

Mete önce aptal bir ifade ile konuşmaya başladı "He.. O mu ?.." Sonra ifadesi bir anda ciddileşti. "İşte o seni hiç ilgilendirmez!"

Judo ve Taekwando da kara kuşak sahibi Jong Hyun, zamanında öğrendiklerini Mete üzerinde deneme düşüncesiyle ona doğru bir adım atmışken, Yong Hwa geldi yanlarına gerginliği sezmiş gibi. Ortamı yumuşatmak için samimi Busan aksanıyla konuştu.

"Jong Hyun-ah, bende seni arıyordum."

Mete onu görünce sıktığı yumruklarını gevşetti.
"Arkadaşınla ilgilensen iyi olur. Karışmaması gereken şeylere karışıyor"

Yong Hwa sadece bir bakış ile yanıt verdi. Bir kaç saniyelik bakış çok şey anlatmıştı.
Meteye hak veriyordu. Jong Hyun tehlikeli bir  soru sormuştu.
Ama bir yandan da Jong Hyun u savunuyordu. Çünkü onu anlıyordu.  İlk defa hissettiği duyguları anlamaya çalışan arkadaşını, aynı guruptan kardeşini...


Jong Hyun ve  Yong Hwa gittiğinde Mete az öncekinden daha dar görünen koridorda yalnız kalmıştı.
"Nasıl bir dramanın içine düştüm ben ?" diye geveledi azının içinde ve mükemmel şekilde duran saçlarını eliyle dağıttı. Temiz havaya ihtiyacı vardı.
Kaybolma riskini göz ardı edip, buz gibi havada Seul sokaklarında gezmeye başladı.


Aradan biraz zaman geçmişti ki neresi dahi olduğunu bilmediği bir yerde yağan karı fark etti.
Aklına anılar geldi.
Çocukken Yıldızla yaptığı gibi çimlere yatıp, gözlerine gelen kar tanelerini umursamadan gökyüzüne bakmak, kar tanelerinin nereden geldiğini tartışmak istiyordu.
Mete okulda öğrendiklerini anlatırdı. Yıldız ise onları meleklerin indirdiği konusunda her zaman ısrarcıydı.

Mete'nin yüzünde saniyeden daha kısa süren bir gülümseme belirdi.

Kendisi bunu yapamayacak kadar büyüdüğünü düşünürken, çimlerin üstünde bir kız, etraftakileri umursamadan gökyüzünü izliyordu.

Dayanamadı ve Mete de gidip yanına uzandı.
Kafasını ona çevirdiğinde, Yıldız da ne olduğunu anlamak için kafasını çevirdi. Yüz yüzeydiler.
Az önce tuhaf bakan insanların da bakışları değişti. Tatlı tatlı gülümseyen insanlar ve iç çeken liseliler..

Ama Mete onların farkında bile değildi. O sadece koşmaktan ve soğuktan yanakları kıpkırmızı olmuş, Meteyi görmenin şaşkınlığıyla gözleri kocaman açılmış Yıldızı görüyordu.

'Ne kadar güzel' diye düşündü ister istemez.
Güzel olan Yıldız'ın gözleri değildi.. dudakları , yanakları yada burnu.. Tamam belki onlar da güzeldi ama Mete için en güzel şey, ona olan bakışlarıydı.

Keşke hep ona baksaydı...

O güzel gözlerin gördüğü tek kişi olmak istedi Mete... Ve sonsuza kadar o gözlere bakmak

Ne yazık ki çok uzun sürmemişti zamanı durdurmuş gibi hissettiren bakışmaları. Yıldız şaşkınlıkla hemen oturmuştu.
"Burada ne işin var ?!"

"Geçerken seni gördüm ve yılın ilk karını seninle birlikte izlemek istedim sadece."

Yıldız bir an afalladı. Mete'nin buruk ses tonu onu şaşırtmıştı. Ama hemen ardından zorla gülümsedi.
"Aman ne komik."

Yıldızın onu ciddiye almaması Meteyi üzmüştü. Yine de alaycı bir ses tonu takındı.
"Ciddiydim oysa.. Neyse. Senin burada ne işin var asıl. Hava çok soğuk."

"Temiz hava almak için çıkmıştım. Birazdan eve dönecektim zaten."

"İstersen seni bırakayım. Hem biraz gezmiş olurum.. Hemde şu anda nerede olduğumuzu bilmiyorum."

Yıldız kahkaha attı.
"Gerçekten yön duygun berbat. Bu zamana kadar nasıl tek başına hayatta kalabildin ?"

Mete Yıldızın omzuna hafif bir yumruk attı.
"Hey! O kadar sık kaybolmuyorum... tamam belki biraz ama ne yani.. olabilir. Sonuçta yön duygusu, ideal erkek kriterlerinden değil."

"Senin için sorun yoksa benim için de yok" dedi Yıldız ve ayağa kalktı. "Beni takip et. Eve gidince senin için taksi çağırırız."

***

Mete bembeyaz bir sabaha gözlerini açtığında her zamankinden neşeliydi. Tüm günü boştu, her yerde kar vardı ve Yıldız tahmin ettiği gibi ondan kaçmıyordu.

Yattığı yerde gerindi. Boyu uzun olduğu için ayakları yataktan çıkıyordu.
Kalkıp günlük rutinlerini yaptı ve keyifli bir kahvaltı için mutfağa indi.

Boş gününde şehri gezmeyi planlıyordu ama Yıldızın meşgul olması biraz da olsa moralini bozmuştu. Yine de kendi gezebilirdi.. Evet neden olmasın ?

Neyseki telefon çalmıştı. Yıllar önce Koreye taşınmış çocukluk arkadaşı onu aramıştı. Böylece yalnız gezip yine kaybolmayacaktı.

"Koray ? Cidden sen misin ? Uzun süre oldu değil mi ?"

"Sana inanamıyorum Mete! Amerikaya kaçtığında bağlantını kesmen zaten kötüydü. Ama en azından Koreye geldiğini söyleyebilirdin !"

Mete suçunun farkındaydı.
"Telefon numaranı bilmiyorum desem bahane uyduruyorum gibi mi görünür ?"

"Kesinlikle ! Bu numarayı bulmak için ne kadar uğraştım haberin var mı ? Hemde onca işimin arasında.. Vefasız bir serserisin."

"Bencil ve vefasız. Evet farkındayım.Yine de eski hatalarımı düzeltmeye çalışıyorum. Buna seninle olan bağlarımız da dahil. Bu gün boş musun ? Bir yerde bir şeyler yiyelim. Hem belki bana bir iki yer önerirsin."

"Öğleden sonra meşgulüm. O zamana kadar uygunsan.. Hem sormak istediğim çok şey vardı benim de.. Ama endişe etme. Korede estetik cerrahları çok yeteneklidir. Burnunun kırıldığını kimse anlamaz."

Mete'nin gözleri bir an için kocaman açıldı. Sonra yapmacık bir korku  tonu takındı.
"Burnum ? Kırılmak ? şey.. benim bir işim çıktı sanırım"

Koray güldü.
"Kaçmak yok. Kağıt kalem al.. Yirmi dakika sonra şu adreste olacağım.."

9 Aralık 2014 Salı

Starry Night (Bölüm 35 - Mete'nin Sıradan Bir Günü)


Mete kuş sesleri ile gözlerini açtığında, bahçede uyuyakaldığını fark etti. Saat sabahın altısıydı ve hava yeni yeni aydınlanıyordu.

Bahçedeki çimlerin üstüne düşmüş olan bardağı aldı ve içeri girip mutfak tezgahına bıraktı. Ardından da duş almak için üst kata çıktı.

15 dakika sonra belinde mavi bir havluyla tekrar salona inip telefonunu eline aldı. Günlük programını kontrol edip ona göre giyinecekti.
İkinci kata doğru tekrar basamakları çıkarken rahat bir kıyafetin, takım elbiseden daha iyi olduğuna karar verdi.
Zaten o bir fotoğrafçıydı. Neden şık giyinmek zorunda kalacaktı ki ?

Sonunda aynanın karşısına geçti ve hiç acele etmeden saçlarını kurutmaya başladı.
Bir yandan da Barış Manço'nun Kara sevda şarkısını mırıldanıyordu. Şarkının sabah sabah nereden diline takıldığını düşündü.

Saçlarını tamamen kuruttuğunda, krem rengi boğazlı bir kazak ve kalın koyu renk bir kot pantolon giydi. Duşa girmeden önce şifonyerin üstüne bıraktığı yıldız şekilli küpelerini taktı ve tekrardan mutfağa inip iki dilim ekmek kızarttı.

Ekmeklerin üstüne peynir sürüp birini ısırdı ve kağıt bardağa sıcak su koyup sallama çaylardan birini içine attı.

Azında bir dilim ekmekle mutfakta bir sağa bir sola giderken ne kadar sevimli göründüğünün farkında bile değildi.

Çayı olduğunda poşetten kurtuldu ve sol eliyle hem bardağı hem diğer dilim ekmeği aldı. İlki hala azında duruyordu.
Kapıya doğru yöneldi. Çantası ve kamerasını omuzuna taktıktan sonra sehpanın üstündeki  anahtarlarını da alıp evden çıktı.

***

"Benim için fark etmez." dedi Mika, Yıldız Dilarya yardım konusundan bahsedince. "Ama uyarayım, temizlik konusunda çok yardım edebileceiğimi sanmıyorum. Yeni beni bilirsin."

"Bize engel olmadığın sürece sorun yok."

Mika ona laf söyleyen arkadaşına dil çıkarttı. Biraz sessizce bekledi. Ardından bilgisayarı açtı.
İnternete girmek istediğinde karşısına bir yazı çıktı. Chrome un yanlış kapatılması ve son sekmeleri kurtarmak ile ilgili bir yazı.

Yıldızın en son neye baktığını merak eden Mika, önce arkadaşını kontrol etme gereği duydu. Yıldız tezgahın önünde, az önceki yemekten kalan bulaşıkları yıkıyordu. Yani Mika güvendeydi.

Geri yükleme tuşuna bastığında üç sekme açıldı.
Biri Türkçe bir sitede cheongdamdong 111 in bölümleri, diğeri Jong Hyun un seslendirdiği How awsome şarkısı, sonuncusu ise google görsellerde aratılan Lee Jong Hyun resimleriydi.
Mika sinsi sinsi sırıttı.


Yıldız bilgisayardan gelen şarkıyı duyunca şaşırmadı. Mika her zamanki gibi bir CNBLUE şarkısı açmış dinliyordu işte..
Ama Yıldız bu sefer biraz daha ilgiliydi ve bir kulağı müzikte iş yapıyordu.
Şarkı nakarata geldiğinde bir tuhaflık fark etti. Çalan şarkı önceki gece dinlediği şarkıydı.
Bir anlık panikle arkasını döndüğünde, kollarını göğüsünde birleştirmiş Mikayla göz göze geldi.

"Niye öyle bakıyorsun ?" dedi bütün oyunculuk yeteneğini kullanıp yüz ifadesini düzelttikten sonra.

Mika bakışlarıyla ekranı işaret etti yüzündeki ilginç gülümsemeyi bozmadan.

"Hı o mu ? Sen en son öyle açık bırakmışsın sanırım. Bende dokunmadım."

"Yani ben Türkçe siteler açtım ?"

"Ne bileyim ne açtın."

Mika Yıldıza yaklaşıp onu gıdıklamaya başladı. "Hadi itiraf et."

Yıldız daha fazla inkar edemeyeceğini anlamıştı.
"Tamam! Tamam, kes şunu! Kabul ben açtım onları. Ama düşündüğün gibi değil"

Mika durdu ve gülmeye başladı.
"Açıklayabilirsin ? Hem en düşündüğümü düşünüyorsun da aksini idda ediyorsun ?"

"Sen git gide daha mı zeki olmaya başladın bana mı öyle geliyor ?"

"Ben hep zekiyd... Hey!! Konuyu değiştirmeye çalışma!"

Yıldız Mikanın bir anlık şaşkınlığını görünce kahkahasına engel olamadı.
"Az kalsın başarıyordum ama."

"Başaramadın ama."

"Başarabilirdim."

"Başaramaz.. Dur ya! İkinci kez mi oyuna getirmeye çalışıyorsun ?! Çabuk sorumu yanıtla. Neden bunlar açık ? Yoksa sen.."

"Yoksa ne ?"

"Yoksa sen ciddi ciddi Jong Hyun dan hoşlanmaya mı başladın ? Hemde onu görmek için son şansını da kaybetmişken ?"

"Bak bende böyle düşüncelerden bahsediyordum!.. Hayır yok öyle bir şey. Hem niye son şansım olsun ki ? Mete hala aynı işte."

"Bakıyorum da görüşmek için planlar yapılmış.. Ama orada horul horul uyuduk. Bir daha bizi sete almazlar."

"Kendi adına konuş. Ben horlamam."

"Neyse ne. Şansını yitirdin sonuçta... Ama istersen sasaeng olabiliriz. Yurda falan sızarız."

Yıldız parmağıyla Mikanın alaycı bir şekilde kalkmış kaşlarının ortasına bastırıp kafasını geri itti.
"Git başkasının başını derde sok. Ben sasaenglikle de Lee Jong Hyun denen odunla da ilgilenmiyorum."

"İlgilenmiyorum diyorsun ama tam adını öğrenmişsin sonunda. Hem delillerim de bilgisayarda. İnkar edemezsin."

Yıldız yüzünü ovuşturdu. "Ah bilmiyorum." dedi ve kendini yatağa bıraktı. "Yorgunum, kafam çalışmıyor. Şu an sadece uyumak istiyorum."

Mika Yıldızın yanına, yatağa oturdu.
"Sen ciddi misin ?" diye sordu düz bir ses tonu ile.

"Hayır!!" Yıldız yerinden doğruldu. O sırada Mika bile Yıldızın aslında kendine bağırdığının farkındaydı. "Düşündüğün gibi değil! Kesinlikle değil !"

Olamazdı.. olmamalıydı..
Sadece bocalıyordu.
Yakışıklı ünlülerin hepsinden hoşlanmıyordu sonuçta. Jong Hyun da onlardan biriydi sadece. Yüz yüze tanışmaları bir şey değiştirmezdi.

Bu hissettiği kalp çarpıntılarının başka bir açıklaması olmalıydı. Belki de fazla kafein tüketiyordu. Yada sadece yakışıklı diye birazcık etkilenmişti.
Bunun olması doğaldı. Unutulmayacak bir his değildi.
Sonuçta zamanında Lee Jong Suk, Kim Woo Bin ve diğer yakışıklı ünlülerde de benzer duygular hissetmişti ve hepsi geçmişti.

Yıldız hoşlanma ve hayranlığı birbirine karıştıracak kadar saf bir kız değildi.
O sıradan bir kızdı.. Özellikle Kore gibi bir ülkede bir ünlüden hoşlanması onun için tehlikeliydi.
Hem Jong Hyun da ondan nefret ediyordu.

Birden ayağa kalktı ve ceketini alıp dışarı fırladı.

Şimdiki planı sadece koşmaktı.. En uzaktaki park neredeyse oraya kadar..

27 Kasım 2014 Perşembe

Starry Night (Bölüm 34 - Mete'nin Hayali)

Çarşamba gecesi herkes için düşüncelerle doluydu..

Mika kendi hayali dünyasını koruma çabasındaydı. Jong Hyun Yıldız hakkında bir iki basit bilgi öğrenmeye çalışırken Yıldız sa Jong Hyun un yaşadığı zorlukları düşünüyordu...

Seul de bir yerde bunlar yaşanırken şehrin hemen dışında, sabah yaptığı hatayı kafasında geri sararak her defasında kendine lanet okuyan Mete vardı.
Usui nin 'bırak artık düşünmeyi, Yeter...' dermişçesine bakan gözlerini görmezden gelmiş, bahçede otururken bir yandan da kahvesini yudumluyordu.

Yıldızı korkutmuş muydu yoksa ?
'Ama neden korksun ki ?' dedi derinlerdeki bir ses. 'Bir kazaydı. Onu öpmedin bile..'
'Kızlar hassas olur' diye mualefet etti Mete nin karamsar yanı..

Mete acı bir şekilde güldü.
"Mükemmel! Şimdi de kendimle tartışıyorum. Kafayı yedim!"
Aslında kafayı yememiş, sadece biraz umutsuzluğa düşmüştü..

Yıldızın Korede olduğu ilk günü düşündü.. Fransada kendine bir düzen kurmuş olmasına rağmen bir günde oradaki hayatını bırakıp, dilini dahi bilmediği bu ülkeye gelmişti.
İş bulmak hiç kolay olmamıştı... Ama her şey bu inatçı kız içindi.
Onu alıp Türkiyeye dönmek hepsine deyecekti.

Mete de artık özlediği ülkesinde, ailesiyle aynı şehirde yaşayacaktı... Bu planın aptal bir fotoğraf yüzünden mahfolma düşüncesi Metede bahçedeki masayı devirip sandalyeleri tekmeleme, sesi kısılana kadar bağırma isteği uyandırıyordu.

Bir yanlış anlama yüzünden hayallerini kaybedemezdi. Bir kez daha olmasına izin vermeyecekti.


***

"Özür dilerim!!"

Yıldız zil sesi yüzünden panikle, ne gördüğünü hatırlayamadığı rüyasından uyandı. Hala bilgisayarın önünde yerdeydi.

Şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Ne için özür dilemişti ki ?

Kapı tekrar çalınca 'neyse' dedi ve kapıya bakmak için ayaklanmadan önce tekrar yere yatıp gerindi.
Sonunda kalkıp kapıyı açtığında az kalsın şok geçiriyordu.

Mika hiç uyumamış, bayık gözleri ve siyah halkalarıyla sabah sabah Yıldızın yanına gelmişti.

"Ihım.. içeri gelsene"

Mika ağır hareketlerle içeri girdi ve kendini az önce Yıldızın kalktığı yere bıraktı.
"Yer sıcakmış~"

Yıldız güldü ve esnedi.
"Kapıyı çalmadan önce orada ben yatıyordum da ondan... Onu boşver de senin bu halin ne ? Ruhun çıkıp geri dönmüş gibi."

Mika gözlerini ovuşturdu.
"Uykusuz ve açım.. Yemek ver bana Yıldıız~"

"Ah zavallı şey.. Yine alışverişe çıkmayı unuttun değil mi ? "

Mika yerde yuvarlandı ve tepesinde duran Yıldıza masum bakışlarını dikti.
"Ben yaşlı bir kızım Yıldız.. Ruhum yaşlı.. ve bunak."

Yıldız ayağıyla onu dürttü.
"Çok konuşma da şu sehpayı ortaya çek. Ben sandeviç hazırlayacağım."

"Sen olmasan hiç ekmek yemeyeceğim Yıldız. Hiç pirincin yok mu ? Onigiri yapalım."

"Şikayet etme ve ben seni beslemekten vazgeçmeden önce elindekiyele yetinmeyi öğren."

"Tamam ya bir şey demedim. Kızma hemen... Sehpayı çektim ve üstündekileri topladım. Bu biletleri nereye koyayım ?"

"Ne biletleri ?"

"Türk arkadaşının verdiklerini..."

"Ne bu yüzündeki ifade ? O benim arkadaşım değil hem.. Senin komşun unuttun mu ?"

Mika ağazında japonca bir şeyler geveledi, biletleri tekrar sehpaya bıraktı ve kalkıp buzdolabından kola aldı. Yıldız elinde iki bardak ve sandeviçlerle sehpanın başına geçtiğinde Mika da kolaları doldurmaya başladı.

Tam ikinci bardakta dolmak üzereyken hapşırması kolayı sehpaya, dolayısıyla biletlerin üsütne dökmesine sebep olmuştu.

Yıldız hemen mutfağa koştu ve kağıt havlu rulosunu alıp dökülen kolayı temizlemeye başladı bir yandan da söyleniyordu.

"Çok sakarsın Mika.. Daha dikkatli olmalısın"

"Hey! hapşırmak benim suçum değil."

"Neyse olan oldu.. Ah biletler mahfolmuş.. Yazı da okunacak gibi değil. Saati hatırlıyor musun ?"

Mika Yıldıza ters bir bakış attıp dil çıkarttı.
"Hayır.. Mamdem hatırlamıyorsun gitme."

"Birlikte gideceğiz.. Niye böyle davranıyorsun ? İki gün önceye kadar çok samimi davranıyordun kıza karşı."

"İki gün önceye kadar sen bu kadar iyi davranmıyordun ama."

"Kıskandın mı yoksa ?"

"Evet!"

Yıldız gülümsedi. "Kısknama.. en iyi arkadaşım sensin. Milletin önemli değil. Öyle olsa buraya hiç taşınmazdım değil mi ?"

Mika biraz düşündü. İkna olmuş gibiydi.
"Haklı olabilirsin."

"Haklıyım tabi. Neyse ben şimdi Dilarayı arayıp saati ve biletleri böyle kabul edip etmeyeceklerini sorayım. Sende yemeğini ye."

Mika kafasıyla onaylayıp tekrar sehpanın başına oturduğunda Yıldız kıskanç arkadaşının yanında rahat konuşamayacağı için dışarı çıktı ve Dilarayı aradı.

Önce gösteri saatini öğrendi. Sonra biletleri kabul edeceklerini. Telefonu kapatmadan önce birde evine yerleşip yerleşmediğini sordu Yıldız.

Hala işinin bitmediğini öğrendiğinde yardım teklif etti ve ertesi gün buluşmak için sözleştiler.

Konuşurken unutmuştu ama telefonu kapattığında kıskanç arkadaşına bunu nasıl anlatacağını düşünmeye başlamıştı.

Mikayı yanında çağıramazdı. Onu bırakıp giderse de daha fazla üzülecekti.

Ama diğer yanda da daha yeni evinden atılmış bir öğrenci vardı. Mikanın kıskanç ve çocuksu hisleri yüzünden, yardım edeni olup olmadığını bilemdiği bir kızı yalnız mı bırakacaktı ?

Tamam, belki geçen gün yardımcı olan iki çocuk yine orada olabilirdi ama onlardan biri Türk, diğerininse türk olma olasılığı yüksekti. Ve bu sadece işin ağırlık kısmını yapabilecekleri anlamına geliyordu.

Ne olursa olsun.. İnsanlık ölmemişti ya..

***

Jong Hyun dünkü araştırmalar nedeniyle rüyasında Türkiyede konser verdiklerini görüyordu.
Bir saha nın ortasına kurulan sahneden hepsi dolu koltukları, dip dibe ayakta dikilenleri rahat görebiliyordu. Çoğunluğu kız, Yıldız ve Meteye benzeyen insanlarla dolu bir kalabalık.

Ön sıralardan masmavi giyinmiş bir kız gözüne takıldı. Düşünceli ve biraz da hayranlıkla Yong Hwa ya bakan Yıldız..

Gurup daha önce hiç söylemedikleri bir şarkı söylüyordu. Jong Hyun un solo kısmı geldi ve sahne ışığı aniden ona döndü..

Hayranlar bağırıyordu.
"Jong Hyun ~ Jong Hyun ~ Jong Hyun.. Oppa hadi uyan."

Jogn Hyun gözlerini açtığında karşısında dikilen Junieli gördü. Röpörtajlarda 'kız kardeşim gibi görüyorum' dediği Juniel.

"Oppa, neden burada uyuyorsun ? Bir sorun mu var ? Yurtta bir şey mi oldu ? Bana her şeyi anlatabileceğini biliyorsun değil mi ?"

Jong Hyun 'kız kardeşim gibi' derken doğruyu söylüyordu.
Juniel bazen sinir bozucu bir kız kardeş gibi ona yapışırdı.

Bir beste yaptığını duyduğunda 'Hadi ben buna söz yazayım, birlikte bir şarkı yapar başkana veiririz.' diyebilirdi. Demişti de.

Gerçekten ısrarcı bir kızdı ve bu zaman zaman sinir bozucu olabiliyordu. Yine de küçük kız kardeş gibiydi ve Jong Hyun bir şekilde onu seviyordu.

'Bir sorun yok çalışırken uyuya kalmışım..." Jong rüyasındaki şarkıyı hatırladı birden.. "İşin yoksa biraz yalnız bırak beni lütfen. Aklımdakileri yazmalıyım."

Juniel hayal kırıklığına uğramıştı. Kafasıyla onayladı ve çıkmadan hemen önce bestenin yazıldığı kağıda bir bakış attı.

Kağıdın üst kısmında etrafı daire şeklinde karalanmış bir kelime vardı. Latin harfleri ile yazılmış.

Yıldız ne demekti ki ?

20 Kasım 2014 Perşembe

Starry Night (Bölüm 33 - Biraz Araştırma Yapmak)

Korede erkekler birbirlerine karşı gereğinden fazla samimi davranırlar.
Biraz fazla *bromens takılırlar ve skinship (tensel temas) tan kaçınmazlar. Bu yüzden çok fazla insan onlara 'gay' der.

Yıldız bir yıldır korede yaşadığı ve ondan önce de kore ile ilgilendiği için, erkeklerin birbirlerinin omuzuna elini atmaları, programlarda çeşitli oyunlar yüzünden 'yanlışlıkla' öpüşmeleri gibi durumlar ona olağan dışı gelmiyordu.

Buna rağmen Weekly idol daki elma oyununda Jong Hyun ve Min Hyuk u o halde gördüğünde utanıp tek eliyle yüzünü kapatmış ama yine de parmaklarının arasından izlemeye devam etmişti.

"Bu çocuklara bir daha asla normallermiş gibi bakamayacağım."


Sonunda program bitmişti. Yıldız parmaklarını birbirine kenetleyip avuç içlerini kaldırabildiği kadar yukarı kaldırıp gerindi.
Yapacak işleri vardı ama canı hiç bir şey yapmak istemiyordu. Bunu bahane olarak kullandı ve CNblue nun konuk olduğu bir iki program daha izledi.

Cheongdamdong 111 in 5.bölümüne geldiğinde gözleri daha fazla izlememesi için Yıldıza haykırıyorlardı.

Yıldız bilgisayarın kapama tuşuna bastı ve bağdaş kurduğu bacaklarını hiç bozmadan kendini yere bırakıp uzandı.

Daha bir kaç gün önce çoğunun adlarını dahi bilmediği dört genç hakkında bir anda bu kadar şey öğrenmek tuhaf hissetmesine neden olmuştu.

Ünlülerin özel hatayı yoktu.. Kameralar evlerine hatta yatak odalarına kadar giriyordu.
Hayatlarında hiç görmedikleri insanlar haklarında çok fazla şey biliyor, onlara gülüp aşık oluyor yada nefret ediyorlardı.

Yıldız bunları daha önceden bilmesine rağmen tuhaf bir farkındalık anı yaşadı. Sonuçta onlarla gerçekten tanışma fırsatı yakalamıştı. Üyeler için üzüldü ve Jong Hyun a kötü davrandığı için vicdan azabı çekti. "Acaba onun yerine ben olsaydım nasıl birine dönüşürdüm kim bilir."

***

Jong Hyun düşüncelere dalmış avare avare gezerken FNC nin önüne kadar gelmişti.
Hava çoktan kararmış olmasına rağmen şirkette çalışanlar vardı.

'Biraz fazla çalışmaktan zarar gelmez' diye düşünen Jong Hyun bisikletini zincirledi ve daha tamamlayamadığı yeni bestesine biraz daha kafa yormak için şirkete girdi. Nedense yurda gitmek istemiyordu.

Jong Hyun notlarını bıraktığı kayıt odasına doğru giderken spor odasından gelen gülüşmeler ve kendi adını duyduğunda kontrol etmek için oraya yöneldi.

Salondakiler A.O.A in üyeleriydi. Yani en azından bir kaçı. Ve Jong Hyun dan değil F.T island üyesi Jong Hoon dan bahsediyorlardı... Açıların adamı.

"Ne yapıyorsunuz bu saatte burada ?"

Kızlar bir an yanlış kişiye yakalandıklarını düşünüp sessizliğe büründüler. Gurubun maknae suratlı lideri Ji Min, gelenin Jong Hoon değil Jong Hyun olduğunu fark ettiğinde sporuna ara verdi ve açıklama yapmak için Jong Hyun un yanına gitti.

"İyi akşamlar sunbae. Gürültü için üzgünüz. Sonunda bir şarkıdan kızlara yemek ısmarlamaya yetecek kadar para kazandım da kutlamayı biraz fazla kaçırmışız. Yakın zamanda kilo kontrolü var ve bu yüzden sizi bir süre rahatsız edeceğiz."

Jong Hyun bir ağabey edasıyla gülümsedi

"Kilo kontrolü ha? Kolay gelsin. Ben kayıt odasında olacağım. Yani rahat konuşmaya devam edebilirsiniz."

Ji min şirin bir gülümsemeyle kafasını öne eğerek onayladı.

Jong Hyun salondan çıktığında kızların gülüşmelerini yine duydu.
O da güldü ve tekrar ilk hedefine yöneldi. Kayıt odası!

Odaya giren Jong Hyun kağıtlarını buldu ve kendisini kenarda duran sandalyeye bıraktı.
Rahat görünen tekerlekli sandalye Jong Hyunun etkisiyle bir kaç santim geriye gitmişti.
Bu biraz eğlenceliydi ve Jong Hyunu gülümsetmişti.

Kağıtları biraz kurcaladıktan sonra yandaki gitara uzandı ve mırıldanarak kağıtta yazılı notaları çalmaya başladı.
Bir iki ufak değişiklik yaptı ve yenilerini ekledi..
Bir yandan da sözleri düşünüyordu.

"I’ll take you to the monster~...Bunu zaten yazmıştım.."

Daha romantik sözlere ihtiyacı olduğunu düşündü şarkının.. ve tabiki daha önceden yazılmamış..

"Aşk.. aşık olmak..bana aşık ol.. aish!" Jong Hyun sinirle saçlarını karıştırmıştı. Ama bunun nedeni şarkıya başlayacak romatik bir cümle bulamaması değil aklına yine 'onun' gelmesiydi...

Kafasının bir yerinde içten içe dişi öldüren çürük gibiydi.. Ara ara sızlasa da hep orada ve rahatsız ediyordu.

Sonunda gitarı bıraktı ve aklındaki küçük soruya yanıt bulmak için ceptelefonunu aldı..
Zavallı çocuk Yıldızın o kızın adı mı yoksa soyadı mı olduğunu öğrendiğinde bundan kurtulacağını düşünüyordu.. Yerine yeni bir gereksiz merakın geleceğini bilmeden..

İnternetten Türklerin isim kullanma şekillerini öğrendiğinde daha telefonunu kapatamadan yeni bir soru çıkagelmişti..
Türkler nece konuşur ??

İngilizce ? Yoksa arapça mı ?

Kendi dillerine sahip olmaları Jong Hyun un hoşuna gitmişti. Ve aynı dil ailesinden olmaları.. Kendini biraz yakın hissetmişti.

Peki ya yönetim sistemleri ?... Aslında umrunda olan bunlar değildi. Onu biraz daha fazla tanıyabilme ihtimali için merak ediyordu bunları.. Kendine dahi itiraf edemese de.

Jong Hyun ufak çaplı bir araştırma sonucu Türkler hakkında bir şeyler öğrenmişti. Peki ya türkler onun hakkında ne biliyordu ?

Jong Hyun Türkiyedeki boice ların ne kadar çok ve aktif olduğunu görünce şaşırmıştı. Kendi sloganları bile vardı. 'out of the blue, we fell in love with cnblue'
Buna rağmen Yıldız onunla ilgilenmiyordu..

"Şimdi bu fanlardan birine tweet atsam hepsi heyecan yapar değil mi.. Ama onun umrunda bile.. dur bir dakika"

Mizukiye aşkını itiraf edemeyen Nakatsu misali kendi kendine konuşan Jong Hyun, telefonunda bir iki şey kontrol etti.

"Doğru ya bir dahaki turda Türkiyeye de gideceğiz.."

***

Saat sabahın altısıydı. On üç saat kadar önce başladığı uzun bir animenin son bölümünü bitiren Mika boş bakışlarını saate dikti.

Fazlasıyla shoujo izlemiş ve 'herkes için umut var' düşüncesini beynine bir kez daha kazımıştı.
Elbette sonunda Min Hyuk la çıkmayı ancak hayal edebileceğini biliyordu ama zihninin bir köşesinde kendini kötü hissetiğinde kaçabileceği o hayallerle dolu odayı bir anlık gerçeği farketme ile yıkmamak için çabalıyordu.

Yaşı büyüdükçe eski görkemini kaybeden o odayı olabildiğince ayakta tutmak için vardı bu anime seyansaları. Ve acı gerçekle son kez yüzleşene kadar devam edecekti.

11 Kasım 2014 Salı

Starry Night (Bölüm 32 - Weekly İdol)


Jong-Hyun, Woo-Bin ile ayrıldıktan sonra bisikletine bindi ve tıpkı rüyasındaki gibi kulaklıklarını takarak Han nehri kenarına gitti. Rüyasının aksine hava gerçekten soğuktu. Ceketinin fermuarını sonuna kadar çekti ve devam etti.
Bir yandan da son günlerde olanları düşünüyor, bir cevap arıyordu.

Gezisi işe yaramış, Jong Hyun un bir şeylerin farkına varmasını sağlamıştı.

Aşık insanların sürekli aşık oldukları kişiyi düşündüklerini sanırdı hep.
Jong Hyun sürekli Yıldızı düşünüyordu. Ama bunun sebebi aşk değildi. Hoşlanmak belki ama bir insan bu kadar kısa sürede aşık olamazdı.

Yıldızı sürekli düşünme sebebi o cadının sürekli karşısına çıkmasıydı. Her gün !

Cuma yemek yemişlerdi. Cumartesi avm de tuhaf bir kovalama yaşanmıştı. Pazar telefonunu geri vermişti. Pazartesi yurda geri dönerken kısa bir an kafede oturduğunu görmüştü. Salı çekimlerde karşısına çıkmıştı.

Şimdi ise çarşambaydı. Ve Jong Hyun Yıldızın bir anda karşısına çıkmasından korkuyordu.
Bu kadar tesadüf olabilir miydi?
Sırf bu yüzden Yıldızın takıntılı olduğunu düşünmüştü.

En azından ona takıntılı olmadığından emindi. Hatta nefret ediyor dahi olabilirdi.
Peki neden gurup içinde bunları düşünen tek kişi Jong Hyun du ?!

"Lanet olsun !" Jong Hyun durup şapkasını çıkardı ve düşüncelerinden kurtulabilecekmiş gibi saçını karıştırdı.

"Uppaaağ !!"
İki liseli kızın çığlığı Jong Hyun u gerçek dünyaya getirmişti. Sahi bu kızlardan bu ses nasıl çıkıyordu ?

Jong Hyun, ellerindeki telefonların dahi CNBLUE yazılarıyla kaplı olan kızlara gülümsedi ve kafasıyla selam verdi. Bu sefer kızlardan daha tiz sesler gelmişti.

Artık gitme vaktiydi. Yoksa kısa sürede ufak bir kalabalık toplanabilirdi etrafına.

İşte Jonh Hyun böyle biriydi. Sadece gülümsemesiyle bile kızlar sesini kaybedecek kadar yüksek sesle bağırıyordu. Ama o sadece bir haftadır tanıdığı bir kızı düşünüp duruyordu.

Aslında tanımıyordu da. Yıldız hakkında bildikleri Türkiye'den geldiği Jong Hyun nefret ettiği ve adının Yıldız olduğuydu. Birde zor uyandığı...

Soyadını dahi öğrenmemişti. Yada belki Yıldız soyadıydı... Türklerin isimleri nasıl kullandıklarını bile bilmiyordu ki.

***

Yıldız yarım saat kadar bahçede sessizce oturmuştu. İnsana huzur veren hoş bir bahçeydi ama Yıldız bunu düşünmüyordu.
Aslında kafası boş gibiydi. Bir şey düşünüyorsa da kendinin dahi haberi olmadan gerçekleşiyordu bu eylem. Tuhaf bir histi ve Mete'nin elinde iki fincanla gelmesiyle bozulmuştu.

"Komik bir kazaydı ha ?" demişti Mete Yıldızı sakinleştireceğini umduğu alaycı bir ses tonuyla. "Bu arada fotoğrafı da sildim."

Fincanlardan birini Yıldıza uzattı ve kahvesinden bir yudum aldı. Ayakta kalmayı tercih etmişti.

"Teşekkürler."

"Ne o Yoksa inanmıyor musun ?" diye devam etti Mete Yıldızı gülümsetme çabalarına. "İstersen al bak."

"Telefonunu kontrol edecek kadar güvensiz olsam bilgisayara bir kopya attığını da düşünebilirdim."

"Ah doğru ya." Mete çocuksu bir tavırla kafasına vurdu. "Kesinlikle öyle yapmalıydım."

Yıldız bir şey söylemeden ters ters Meteye baktı.

"Tamam sustum.. Iıı.. İstersen kahven bittikten sonra seni eve bırakabilirim."

"Gerek yok.. Kendim giderim. Uğramam gereken bir iki yer var zaten."

Mete Yıldızın yalan söylediğinin farkındaydı. Onu yalan söylediğini anlayacak kadar iyi tanıyordu. Ve neden söylediğini fark edecek kadar... Acaba Yıldız da onu bu kadar iyi tanıyor muydu ?

"Pekala." dedi Mete Yıldızın ona uzattığı boş fincanı alırken. "Sanırım kalkıyorsun." Belli ki Yıldız onunla aynı arabada gidemeyecek kadar utanmıştı.

Bu iyi bir şey miydi ? Yıldız ona bir kız arkadaşıymış gibi davranmıyordu en azından...

***

Yıldız evden çıktığında tekrar nefes alabiliyormuş gibi hissetti. Olanların Meteyi rahatsız etmesinden korkuyordu. Arkadaşlıklarının bozulmaması için dua ederken, hızlı adımlarla evden uzaklaştı.

Bir süre sonra adımları daha da hızlandı...
Nedenini bilmeden koşmaya başlamıştı.

Kaldırımda aksi yönde giden bir adama çarptı omuzuyla.
Adam güneş gözlüğünü düşürmüştü.

"Hey! Dikkat etsene!" diye bağırırken, Yıldız kısa bir an yavaşlayıp arkasını dönmeden yanıt verdi.

"Afedersiniz. Üzgünüm, acelem var."

Aslında yalan söylüyordu. Sadece durmak istememişti...
Tam bir hafta önce aynı böyle Jong Hyun ona çarpmıştı. O andan itibaren Yıldızın hayatı bir anda değişmeye başlamıştı. Bu o kayan Yıldızın etkisi miydi ?

Bilmiyordu. Sadece koşmak istiyordu. Bu duygudan kurtulmak.. Bir an için tüm haftayı unutmak.


Kurtulmaya çalıştığı düşüncelere boğulup eve kadar koştu. Sonunda kendini yatağa attığında hiç bir şey düşünemeyecek kadar yorulmuştu. Ve öylece uyuya kaldı.


Uyandığında hava kararmıştı. Yıldız kendini daha rahat hissediyordu.

Salona bağlı mutfağına gidip karnını doyuracak bir şeyler aldı. Bir kase pirinç ve bir tencere ramen.
Yatağına güzelce yerleşti ve bir yandan tıkınırken kumandaya uzanıp televizyonu açtı.

Stüdyoda çekilmiş bir iki dandik kore dramasına denk geldi. Şu uzun bölümlü olanlardan. Sonunda entirikaları kaldıramadı ve tekrar kumandayı aldı eline. Kanalları değiştirirken Weekly İdol ın tekrar bölümlerinden biri gözüne takıldı ve geri döndü.. Yong Hwa yı gördüğünü sanmıştı.

Doğruydu. Televizyonda CNBLUE' nun konuk olduğu bölüm yayınlanıyordu.
Hem meraktan hem izleyecek bir şey bulamadığından dolayı izlemeye karar verdi Yıldız.

Kanalı açtığı ilk anda Yong Hwa ve Min Hyukun havada oturmaya çalıştığını ve diğer üyelerle birlikte tuhaf hareketler yaptığını gördü. Daha sonra bunun biraz et için yaptıkları bir yarış olduğunu fark etti. Ve Yong Hwa nın kaybettikten sonra Jung Shin e sataşıp onun da kaybetmesine neden olduğunu görünce güldüğü için vicdan azabı çekti. Zavallı Jung Shin..

Ve ardından Min Hyuk geldi. Yong Hwa nın ihaneti ile kazanan Jong Hyun tuhaf bir şekilde seviniyordu. Yıldız bir kez daha Jong Hyun un kötü biri olduğunu düşündü.
"Demek ekran karşısında da saklamıyor."

Yıldız, Jong Hyun a olan ön yargısıyla programı izlemeye devam ediyordu. Ağzını biraz ramenle doldurduğu sırada üyelerin birden Yong Hwa ile sunucunun arkasını kontrol ettiğini gördü ve öksürürken ağzındaki ramenin çoğunu çiğnemeden yuttu.

Daha önce üyelerin bu kadar 'yakın' olduğunu hiç düşünmemişti.

Sonunda program bitti. Ve sonraki bölümün ufak bir fragmanı verildi.. Yıldız meraklanmıştı. Önce boşverdi ama sonra kendini bilgisayar başında buldu. Koreye gelmeden önce dizileri izlediği forumun adını hatırlamaya çalışarak internete girdi..

"Buldum! Yeppudaa.. Şimdiii.. Nerede bu programın devamı ?"

3 Kasım 2014 Pazartesi

Starry Night (Bölüm - 31 Manga Sahneleri)

Mika'nın morali Dilara'nın rüyasını duyduğundan beri bozuktu.
Dilara ona Min demişti. O Min kendisinin hayran olduğu Min Hyuk tu. Daha önceki gün karşılaştığı ve konuştuğu Min Hyuk!

Bu sabaha kadar bunları yaşadığı için kendini özel hissediyordu. Ama Dilaranın da onların fanı olduğunu öğrendiğinde ne kadar çok hayranları olduğunun bir kez daha farkına varmıştı.
Yıldız bunlardan biri olmasa da taa türkiyede bile onları seven güzel kızlar..
Mika ise sıradan bir japondu !

Kendini depresyona girmiş gibi hissetti. Belki de girmişti.
Her morali bozulduğunda yaptığı gibi bir anime açtı. Rahat yatağına yerleşip yastına sarıldı ve saatlerce sürecek anime maratonuna başladı.

Mika her depresyona girdiğinde bunu yapardı. Bazen günlerce sadece tuvalete gitmek veya ramen için su kaynatmak dışında yerinden kalkmadan anime izlerdi. Ve maratonun sonunda resetlenmiş olurdu.

Yıldız bunu ilk gördüğünde Mika için gerçekten endişelenmişti. Ama bir iki seferin ardından böyle zamanlarda ona dokunmadan resetlenmesine izin vermenin daha iyi olduğunu farketti.

Bunun Mika için Jeremy'nin otobüsü gibi olduğunu düşünmüştü. O otobüste ağladığı sürece sevimli sincap olarak hayatına devam edebilirdi. Mika ise böyle yaparak.

Ama ne yazıkki Mika için bir saat yeterli olmuyordu hiç bir zaman.

***
Yıldız çizim eşyalarını çantasına doldurdu ve evden çıktı.
Son zamanlarda olan olaylar onu çok meşgul etmişti. Bu yüzden işleri aksamış, yeni bölümün taslağını dahi tamamlayamamıştı.
Aynı konu yüzünden bir hafta içinde 3.kez editörden azar işitiyordu.
Sonunda 'bu evde olmayacak' dedi ve bir kafaye gidip etraftaki insanlardan ilham almaya karar verdi.

Kafeye geldiğinde her zaman oturduğu cam kenarındaki yerine geçti ve sıcak çikolata spariş etti.

Siparişini getiren garson gözlüklü ve şirindi. Gülümseyince gözleri Min Hyuk'unkiler gibi kısılıyordu.
Gözlük ayrıntısı Yıldızın ilgisini çekti ve yeni karakterine eklemek için bir kenara not aldı.

Garson uzaklaştığında ayaklarını karşıdaki sandalyenin üzerine koyarak yayıldı ve mp3'ünden diğer insanların konuşmalarını bloke edecek bir şarkı açtı. *~T.O.P - As İf Nothing's Wrong~


Cafenin dışında bisikletini kilitleyen bir çocuk gördüğünde, genç kızın kafasında şu klasik manga sahnesi canlandı.
Çocuk önde bisikleti sürer, kız arkadan ona tutunur. Çocuk hızlanır ve kız korku ile ona sımsıkı sarılır...
Yazmak için çok klişeydi ama Yıldız bir kez olsun bu sahneyi yaşamak istiyordu.

Düşüncelere dalmış Yıldızın gözüne bu sefer de bir tokaya bakıp sonra geri bırakan bir genç kız takıldı. Başka bir klişe daha..
Kız bir şey beğenir ama almaz.. Ardından çocuk gelip onu satın alırdı..

"Benim için bunu yapan tek kişi babam." diye mırıldandı .

Shoujo manhwa yazmak bu yüzden zordu. Hiç yaşamadığın, hatta belki yaşamayacağın duygulara kapılıp yazar, sonra gerçek hayata dönmeye zorlanırdın.
Aman ne eğlenceli..


Yıldız düşüncelere dalmışken kağıdın kenarına bir şeyler karalamıştı. Mp3 teki şarkı durmuş ve kafede çalan şarkının sözlerini dinlerken yarı bilinçsiz yazmaya başlamıştı. *Like a child Just like heaven neol usge mandeul mellodi

Dinlediği şarkının çoktan bittiğini fark eden Yıldız başka bir şarkı açmak için uzandığında telefonu çalmaya başladı.

Arayan Meteydi.
Her zaman olduğu gibi kulaklığıyla konuşmayı reddeden Yıldız, kulaklığı telefondan çıkarıp çağrıyı cevapladı.

"Alo."

"İyi günler prenses! Bu gün nasılsın ? Ayağın iyi mi ?"
Mete her zamanki canlılığıyla Yıldızı gülümsetmişti.

"Ayağım iyi ama ilham perim yaralı."

"Bu üzücü.. Neden bana gelmiyorsun ? Sana ilham vereceğine inandığım bir şey var burada."

Yıldız tereddütte kaldı. İşleri vardı.. ama kağıt hala boştu. 'Ne kaybederimki ?' düşüncesi ile "Süper olur." diye yanıt verdi.

"Tamam, evde misin ? Seni almaya geleyim. Kaybolma."

"Hayır, dün kahve içtiğimiz yerdeyim. Hem merak etme ben senin gibi şapşal değilim. Kaybolmam."

"Hey! Ben şapşal değilim... Tamam, belki daha dün kaybolmuş olabilirim ama.."
Yıldızın kahkahası ile Mete cümlesini yarım bıraktı.

"Şapşalsın işte.. Ve senin bu yönünü çok seviyorum... Ihım yani madem sen geleceksin acele et. Çok bekletme beni."

Mete gülümsemiş ve başka birşey söylemeden telefonu kapatmıştı.


Genç adam çok geçmeden kafaye vardı. Sabah erkenden satın aldığı yeni navigasyonu saolsun..
Yıldızı gördüğünde ona seslenmeden hemen önce Telefonunu çıkartıp bir fotoğrafını çekti. Sandalyelerin üzerinde yayılmış halde nasıl durduğunu görünce Yıldızın da güleceğine emindi.

Telefonunu tekrar cebine koyduktan sonra masanın yanına gidip Yıdıza şirin şirin gülümsedi.
"Hadi gidelim."

Yıldız toparlanıp ayağa kalktığında Mete çantasını aldı ve onun için arabaya kadar taşıyı ardından arka koltuğa koydu.
Şoför koltuğuna geçtiğinde Yıldız çoktan yanındaki koltuğa yerleşmişti.

Mete yol boyunca önceki gün başından geçenlerden, sabahın kötünde navigasyon almasından ve yeni kore hattından bahsetti. Yıldız sa onu dinleyip sadece güldü.
İlham verecek şeyin ne olduğunu sorduğunda ise hep 'sürpriz' cevabını aldı.

Uzun bir yolculuğun sonunda eve geldiklerinde Yıldız ağazı açık bir şekilde babaka kalmıştı.
Metenin zengin olduğunu zaten biliyordu ama belli ki görüşmedikleri süre içerisinde daha da zenginleşmişti.
"Ben onun yerinde olsam şimdiye emekli olmuştum."

Mete arabayı park edip geldiğinde Yıldızın kendi kendine konuştuğunu duymuştu.
"Ne konuşuyorsun bakalım ?"

"Hiç sadece hayran olunacak bir azmin olduğunu."

Mete göz kırptı.
"Beni bilirsin. İstediğim her şeyi alırım."

'Evet' diye düşündü Yıldız. 'Sen çalışır ve istediğin her şeyi alırsın... Bense maddi durumu iyi ailemi bırakıp hayallerimin peşinden koştuğumda elimdeki tek şey iki odalı kiralık bir daire olur. Yaşasın aile mirasına kalmış umutsuz genç kızlar ve çok fazla mirası olmasına rağmen ondan daha fazlasını kazanan çocukluk arkadaşları.'

Yılıdız kendi ve Mete arasındaki uçurum yüzünden hayal kırıklığına uğrarken evin salonuna girmişlerdi bile.

Köşede duran büyük bir kitaplık vardı. Bazı rafları üzerinde 'kitap' yazan koliler ile doluydu. Anlaşılan daha tam yerleşmemişti.

Cam kenarında oranın okuma köşesi olarak tasarlandığını belli eden bir okuma lambası ve rahat görünen tek kişilik koltuk vardı.

Odanın diğer ucunda ise çok şık bir köşe koltuğu da bulunan mobilya takımı ve dev ekran bir televizyon... Gerçekten büyük bir salondu. Yıldızın evinin toplamından bile büyük..

Yıldız biraz hayranlık biraz kıskançlıkla etrafa bakmaya devam ederken Mete ıslık çaldı.

Üst kattan buz mavisi gözleri ve siyah beyaz tüyleriyle bir sibirya kurdu koşarak salona inmişti.

"İşte sana ilham verecek kahraman. Tanıştırayım adı Usui."

Yıldızın gözleri dolmuştu.
"Ama.. Sen.. Nasıl?"

"Tamamen tesadüf. Buraya geldiğim sıralarda bu arkadaşın sahibi ölmüş ve yeni birini bulana kadar bir veterinerde misafir olmuş. Ama tabi mutlu değilmiş. Kaçmış ve arabayla giderken önüme fırladı. Son anda fren yaptım. Tasmasındaki numarayı aradığımda sahip arandığını öğrendim ve 'neden olmasın' dedim. Sonra da aklıma sen geldin. Hep istediğin köpek, hep istediğin isim. Fena olmamış değil mi ?"

Mete'nin yumuşak bir gülümsemesi vardı bunları anlatırken. Yıldızı sevdirmenin gururunu yaşıyordu biraz da.

Yıldız sa sadece gülümsedi ve yaşlı gözleriyle bulak gördüğü köpeğin yanına çökerek onu sevmeye başladı. 'Mete bunu nasıl hatırladı' diye düşünüyordu.
Çünkü Yıldız sadece bir kere köpek istediğini ve ona en sevdiği anime karakterinin adını vereceğini söylemişti.
Farklı bir zamanda sadece bir kere sibirya kurtlarını sevdiğinden bahsetmişti.

Ve yine farklı bir zamanda 'BİR KERE' Kaichou wa maid sama'dan Usui nin favori karakteri olduğunu anlatmıştı.

Ve Mete bunları hatırlaması yetmezmiş gibi birde birleştirip bir şekilde gerçekleştirmişti. Gerçekten iyi bir 'Dost'.

Yıldız bir süre köpeği sevdi. -Gerçekten ilham vermişti- ardından oturup Mete ile konuşmaya başladı.

Mete başından geçenleri anlattı. Sonra Yıldız...

Mete ona bildiği restoran iyi restoran ve kafeleri sordu. Konu kafelerden açıldığında aklına çektiği resim gelmişti.
"Bak sana ne göstereceğim." dedi ve telefonunu Yıldıza doğru tuttu.

Yıldız fotoğrafın ne olduğunu anlar anlamaz telefonu yakalamak için bir hamle yaptı.

"Hey yavaş ol!"

"Sil şu resmi Mete. Çok utanç verici."

"Hayır silmem. Hem uzun süre öyle oturdun. Zaten rezil olacağın kadar olmuşsundur. Bu bende kalacak."

Yıldız oturduğu yerden kalktı. "Ciddiyim Mete ver şu telefonu."

Mete muzip bir şekilde gülümsedi.
"Olmaz. Böyle bir resme ihtiyacım vardı. Bakıp gülebileceğim bir resim."

Yıldız Meteye doğru yürü. Mete hala aynı şekilde köşe koltukta oturuyordu.
Yıldız telefona uzandığında Mete telefonu kendine doğru çekti. Yıldızın gözü hala telefondaydı.

Tekrar bir hamle yaptığında telefonu tutmayı başarmıştı ama Mete refleksle kolunu geri çekti.

Telefonu sıkı tutmuş olan Yıldız birden dengesini kaybetti ve düştü.

Mete'nin ayağının biri hala yerdeydi. Diğeri ise koltuğun üstünde.
Sağ kolu telefonu uzaklaştırmak istediği için yukarıda kalmıştı ve sol eli refleks olarak onu korumak için Yıldızın kolunu kavramıştı. Yıldız sa öylece Mete'nin üstündeydi. Yüzleri birbirine çok yakın bir şekilde..

O an eve biri girse asla açıklama yapamazlardı.

Yıldız kıpkırmızı oldu. Kalp atışları hızlanmıştı ve nefesini tutmuştu. Yüzünden ateş çıkıyormuş gibi hissediyordu.

Birden kalkıp "Ben.. su içmeliyim." dedi ve bahçeye doğru yöneldi. Bir cümle için fazlasıyla kekelemişti.

Yıldız giderken Mete mutfağın orada olmadığını söyleyemedi. Çünkü hala şaşkın bir şekilde koltukta yatıyordu. Onun da yüzü kırmızıydı.

Az önce ne olmuştu öyle ?!