Translate

26 Ocak 2015 Pazartesi

Tokyo da Pokemon Cafe

9 ocakta Tokyoda pop-up Pokemon cafe açıldı. İnsanlar cafe'nin ilk iş gününde içeri girebilmek için 4 saat beklediler.

Pokemon cafe seriden ilham alınarak şekillendirilmiş yiyecekler servis ediyor. Pikachu cafe yemeklerinde, dekorunda ve hatta elemanların ünüformalarında bulunan en popüler pokemonlardan biri. Çalışanlar Pikachu kulakları ve kuyruğu takıyor.
Uzun bekleyiş, cafe den eşya ve yiyecek almak isteyen insanları caydırmadı.

Pokemon cafe yalnızca belirli bir süre açık kalacak. Cafe'nin son iş günü 28 şubat.



Bana fikrimi soracak olursanız.. Kıskançlıktan çatladım. Yok arkadaş bizim buralarda böyle şeyler. pop-up cafe diye yeni bir şey de öğrenmiş oldum bak.. Neyse gidebilenlere kin beslemek düşer artık bize.

12 Ocak 2015 Pazartesi

Starry Night (Bölüm 37 - Konser Provası)

Cnblue üyeleri sabahın köründe toplanmış, yaklaşmakta olan konserleri için provaya hazırlanıyorlardı.

Kontroller yapıldı, son olarak Jung Shin de gitarını omuzuna asıp, dağılan saçlarını kafasını savurarak düzeltti.

Yong Hwa gitarıyla yumuşak bir melodi çalmaya başlamıştı. Kendini ritme kaptırdı. Mikrofona azını dayadı ve konserdeki bütün kızların çığlık atmasına sebep olacak sesi ile şarkı söylemeye başladı.
"Listen to my story, i saw a fallen staa~r.."

Sanki bütün vücudu müziğin kontrolü altındaydı. Şarkıyı söylemiyor, adeta yaşıyordu.

Ardından Jong Hyun un sırası geldi. Sesinin ve yüzünün müthişliğine rağmen, bütün dikkatleri kollarına çekecek, sıfır kollu bir t-shirt giymişti.
Aynı anda şarkı söyleyip gitar çalarken, bir yandan da gözlerini kapatmıştı.
"Konu sekaide kagaya itteru, kimi to boku no hana shiwo shitteru~"

Jung Shin de ona eşlik etti.
"Kawarrazu soba ni ite kureru, kimi no kokoro ga hikaraseiteru..."

Yong Hwa nın söylediği gibi, birlikte sahnedeyken çok iyi görünüyorlardı. Hatta mükemmel..
Yılıdz sa bu manzarayı görmediği için neler kaçırdığından bi haber dudaklarını uzatmış, burnu ve üst dudağı arasına sıkıştırdığı kaleme konsantre olmuştu.

Sağ kulağının arkasında başka bir kalem daha vardı. Perçemi yüzüne düşmüş, başka bir kalemle tutturduğu saçı dağılmaya başlamıştı.

"Lanet ilham!" diye bağırdı, burnu ve dudağı arasındaki kalemin masaya düşmesine izin verdikten sonra.

Son zamanlarda değişen hayatı yüzünden çok yorgundu. Normalde daha yollaması gereken bölümün zamanı dolmadan yeni bölümler yazan Yıldız, artık ucu ucuna yetiştiriyordu bölümleri.
Daha önceden yedekledikleri olmasa belki de çoktan kovulmuştu.

Ama onun bir suçu yoktu.. Değil mi?
Ne zaman yeni sahne düşünse, aklına gelen Mete ve Jong HYun un suçuydu hepsi.
Kalemi eline aldığında sızmasına neden olacak kadar yorucu yeni hayatının suçuydu.

Bu gün gideceği Dilaraya yardım etmek te onun suçu değildi. Etik değerler suçluydu.
Yıldız sırf vakit bulacak diye bir Türk ü yabancı ülkede yalnız bırakacak kadar kötü biri değildi. Kendi taşınırken çektiği zorlukları başkasının da çekmesini istemezdi.

Hayır, hayır. Tüm suç haftalardır gelmeyen o lanet ilhamdaydı.

En sonunda vazgeçti. Akşam yazacaktı. Ne de olsa hala biraz vakti kalmıştı.

***

"Demek Koreye gelme sebebin bu ?" dedi Koray, bitirdiği su şişesini sıkıştırıp içindeki tüm havayı boşalttıktan sonra. Ardın da kapağını sıkıca kapattı.

"Evet, o Koreli arkadaş çok met edince, Amerika ve Avrupanın ardından birde Asyayı göreyim dedim."

Aslında Mete tam anlamıyla yalan söylüyor sayılmazdı. Fransadayken Koreli biriyle tanıştığı doğruydu. Bir süre asyada yaşamak istediği de.. Hatta yeni bir dil öğrenmeye bile başlamıştı.
Ama ne planladığı süre yakındı, ne de gelmek istediği ülke Koreydi.

O Japonyaya gitmek istiyordu. Fuji dağının, *sakura yaprakları ile süslenmiş sokakların ve rengarenk **yukatalar giymiş insanlarla dolu çeşitli festivallerin fotoğrafını çekmek istiyordu.
Kısacası Yıldızla yapmayı planladıkları her şeyi yapacaktı. Zamanı gelince.. Yıldızı düşünmek artık acı vermediğinde..

Ama işler değişmiş, Mete apar topar Koreye gelmişti. Nedense gerçek nedenini Koraya söyleyemedi.

"Peki bizimkilerden başkasıyla görüştün mü daha önce ? Amerikaya gittikten sonrasından bahsediyorum tabi."

Mete düşünceli bir şekilde kafasını salladı.
"Evet. Fransadayken Serhatla karşılaştım. Bir ay önceydi. Yeni evlenmiş ve balayına Fransaya gitmişler. Onunla karşılaşmamız mucize gibiydi. İnsan kadere hayran kalıyor böyle zamanlarda."

"Ciddi misin ?" dedi Koray büyük bir şaşkınlıkla. "Aramızda en genci oydu oysaki. Yıldız dışında tabi"

"Evet, Yıldız en gencimizdi." Mete bir an ses tonunu ayarlayamasa da neyse ki Koray fark etmemişti onun kendi içinde yaşadığı ikilemi.

Mete'nin küçükken en sevdiği arkadaşı Koraydı Onu seven kısmı 'Yıldız da burada' demek istiyordu. Ama bir yandan da kıskançlık engel oluyordu.
Yıldızı Koraydan kıskanmak mantıksızdı ama konu Yıldız ken Mete'nin mantığı çalışmazdı.

Mete Yıldıza aşıktı. Küçükken Serhat ta..
'Ya Koray da benim gibi kimseye söylemeden ondan hoşlanıyorsa ?' diye düşündü.

"Neyse benim kalkmam gerek" Koray Mete'nin düşüncelerini bölmüştü. "Kuzenim taşınıyor ve yardıma ihtiyacı var. Senin başka bir işin var mı ?"

"Hayır, tüm gün boşum. Neden sordun?"

Koray elinin tersiyle, hemen yanında oturan Mete'nin sol koluna vurdu.
"Fazladan kas gücü fena olmazdı hani."

Mete önce koluna sonra Koraya baktı.Tıpkı eski günlerdeki gibi, kocaman bir gülümseme vardı Koray'ın yüzünde.
Metenin içini bir sıcaklık kapladı. Ne Amerikada, ne Fransada yaşayabildiği bir histi bu. Sadece küçükken, küçük arkadaş gurubuyla vakit geçirdiğinde hissedebildiği bir duyguydu. Ailesiyle birlikteymiş gibi..

Mete eski günlere mi dönmeye başlamıştı ?
Önce Serhatla karşılaşmıştı. Ondan Yıldızın haberini almış, Koreye gelmişti. Şimdi de Koray.

Ülkesinden ayrı kaldığı sürece gün be gün soğuyan, duygusuzlaşan Mete, tekrar kendinden başka birilerini önemsemeye başlamıştı.

"Bir tek sen mi varsın yardım edebilecek ?"

"Hayır, birde Arda var. Kuzenimin arkadaşı. Sen gelirsen üç erkek birde kuzenim olacağız."

Mete kısa bir süre düşündü.
"Neden olmasın.. Ama bir an önce kalksak iyi olur."

"Neden? Bir sorun mu var ?"

Mete etrafa bakınca Koray da onun bakışlarını takip etti.
İkili, manzarası güzel park gibi bir yerde, bankta oturuyordu.

"Sorun değil de.. başka yer bulamadın mı buluşacak ? Buradaki herkes çift ve bize çok tuhaf bakıyorlar."

***

Prova bittiğinde Jong Hyun herkesten önce çıktı. Kim Woo Bin ile buluşacaktı ama yine aklındaki tek şey Yıldız dı. Daha doğrusu rüyasıydı.
Dün de rüyasına girmişti. Ama karşılaştığı anca Mete olmuştu.

Kafasını sağa sola salladı. Neler saçmalıyordu böyle ? Sırf rüyasında gördü diye karşılaşacak değildi.
Yine de karşılaşmak istiyordu.. Peki ama nasıl ?

'Kaderimizde varsa karşılaşırız.' diyecek hali yoktu. Zaten kaderleri onları defalarca karşılaştırmıştı. Bundan sonra iş başa düşmüştü.
'Endişelenecek bir şey yok.' diye mırıldandı. En azından Yıldızın numarasına sahipti.

Aramak için bahane üretmek zor değil.. Min Hyuk tan bahsedebilir di.

'Selam Yıldız.. hatırladın mı ben Jong Hyun ? Son karşılaşmamızı da hatırlıyorsunuzdur. Min Hyuk o günden beri arkadaşından bahsedip duruyor. Gel aralarını yapalım. Birbirimize gıcık olsak ta arkadaşlarımız için bir randevuya katlanacağız.. Ne randevusu mu ? Dördümüz birlikte çıkarsak skandal olmaz. 'Yabancı fanlarla yapılan bir etkinlik' der geçeriz.'

Bu olmazdı. Kendi çıkarları için Min Hyuk u gammazlayamazdı. Sonuçta gurup arasında konuşulan gurup arasında kalırdı. Ayrıca az önceki hayali konuşma kendisine bile komik gelmişti.

"Yine de~" dedi Jong Hyun. "Bir skandal çıkarsa iyi kurtarırım.. Kalp hızlı çarpınca beynime kan gitmeye başladı galiba. Birde aşk insanı aptallaştırır derler."

10 Ocak 2015 Cumartesi

Bir Duyuru Yapmak İstiyorum (Hikayeler hakkında)


Öncelikle uyarayım; bu yazıyı kişisel olarak algılamasın hiç kimse. Bir çok kişi ile bu konuyu konuştum. Hatta o kadar ki, kim ne dedi hatırlamıyorum. Kimseyi aşşağılamak, azarlamak istemiyorum ama bende biriktim ve bazı şeyleri söylemem gerek.

Hepinizden sürekli duyduğum şeyler var. 'hikaye çok yavaş ilerliyor,' yada 'bölüm kısa'

Bende her defasında 'hayır yavaş ilerlemiyor, bölümler bölünmüş.' yada 'Benim de bir hayatım var kolay değil yazmak' diyorum.

Bazılarınız 15 dakikada okuyorsunuz diye o kadar sürede yazıldı sanıyor hikaye galiba. Arkasındaki emeği düşünen yok.
Starry Night ı yazarken harcanan şeyler biraz kağıt ve biraz elektirikten ibaret değil.

Yazan bilir, yazmak için gerekli şeyler vardır... Sessiz bir yer gibi.
Dizi ve filmlerde görmüşsünüzdür, yazarlar ilham bulabilmek adına sessiz doğa ile iç içe bir yere yerleşir. Bense sessizlik denen şeye baya hasretim.

Sonuçta yalnız yaşamıyoruz. Televizyondur, müziktir, konuşmalar, komşular derken sırf hikaye yazabilmek adına kıp kırmızı gözlerle gecenin bir yarısı esneyerek bölüm tamamladığımı bilirim.

Hadi diyelim mucize eseri sessiz bir zaman yakaladım.. Yetiyor mu ? Hayır!
Kafamın da sakin olması gerekir. Günlük hayatın stresi, haberler, internette boş boş konuşanlar yetmez gibi Yeppudaa ya girince de birbirine sataşanlar, sürekli şikayet eden insanlar görüyorum. Sırf bir soru sordum diye kavga çıkarmaya çalıştığımı idda edenler, sırf bir şarkının bana işkence gibi geldiğini söyledim diye fanlıktan afaroz etmeye çalışanlar var.
Bakıyorum birileri tutmuş 'bende CnBlue boicesiyim' diyor.. Allahım sabır ver.

Hadi bunu da atlattık kafayı toparladık diyelim.. Benim hiç mi dersim, sınavım yok sanıyorlar ?
Yada yapmak istediğim başka şeyler.. Son zamanlarda sırf bu yüzden çok sevdiğim resmi bıraktım. Oysa birileri tutuyor bir şey için vaktim yok dediğimde benimle alay edip birde üstüne 'sorumluluk sahibi değilsin' diyor.
Lan ben aylardır elimdeki kitabı bitiremedim !

Starry Night ın ne şartlar altında nerelerde yazıldığını biliyor musunuz ? Bankada sıra beklerken bölüm yazmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Yada doktorda... Hangi insan doktor sırası beklerken hikaye yazar ?!
Olurda otobüste falan boş vakit bulursam bir iki cümle yazarım umudu ile yanımda defterle geziyorum.

Şimdi diyelim sessiz ortamı, sakin kafayı ve boş zamanı bulduk.. Benim Starry Night ın yarışamayacağı kadar değer verdiğim romanım var, ve diğerleri... Ah birde dergi editörlüğünü unutmayalım. Onları hangi zaman yazacağım ?
Şimdi dersiniz 'biz mi dedik dergiye katıl diye?' Bırakın da onca zaman Yeppudaa da üye olan bir insan hareketli avatara ve bir guruba üye olma mutluluğuna kavuşsun.

Tümü atlattık desek.. Birde yazıdakini bilgisayara aktarmak var. Bozuk klavyemle olduğu kadar bir deftere bir ekrana baka baka, gözlerim bulansa dahi yazmak işin zor kısmı diyelim. Ki öyle zamanlar oldu ki birilerine yalvardım benim yerime geçir şunu diye.

Siz se 15 dakikada okudunuz. Belki bir beğeni yada yorum yapmak zor geldi.

Sorun değil... Hiç biri sorun değil. Bunu ben seçtim. Ama sizin tutup ta 'yavaş ilerliyor' dediğinizi görünce küplere biniyorum.
Her zaman yapıcı eleştiriye açığım.. Ama benim tarzımı eleştirmek yapıcı eleştiri değildir. BEN YAVAŞ İLERLEMESİNİ SEVİYORUM! Bunu defalarca söyledim.

Yok neymiş efendim 'çok yavaş ilerliyor' muş, neymiş 'pilatinin hikayesi ile yan yana gelince daha da göze batmış'mış.. (pilatin iyi güzel yazıyor severim yer yerde öneririm ama ) Çok biliyorsan kendin yaz! Git pilatin gibi yaz hatta onunla spin off yap. Benim paşa gönlüm böyle yazmak istiyor.

Ben Starry Night ta çoğu gibi kolaya kaçıp seneryo misali yazmıyorum. Üç beş kişinin olduğu sahneyi, isimlerle dolmadan ve sürekli 'dedi' kelimesini kullanmadan yaz bakalım ne kadar kolaymış.

Starry Night Fanfictionların yüzde doksanı gibi ana karakterin azından da yazılmıyor. Öyle kendini karakterin yerine koyup, takır takır yazmak kolay. (yazanlara lafım yok. Benim de öyle hikayelerim var hatta Ren de o tarz)

Birde kolay mı sanıyorsunuz karakterleri sevdirmek.. Ben her zaman 'hikaye konusundan önce karakterler gelir' derim. Sırf karakteri sevdim diye konusu iyi olmayan kitabı sevmişliğim, sırf karaktere kıl oldum diye de nefret etmişliğim vardır.

Bilen bilir.. İlk bölümlerde çoğu Mika dan nefret ediyordu. Şimdi sorun okurlara Mika hakkındaki düşüncelerini ?
Çok sevdiğim okuyucularımdan biri (Jong Hyun cu olur) 'Meteyi bana nasıl sevdirmeyi başardın' dedi geçenlerde. Yüzden fazla okuyucu var.. Hepsine hitap etmek ne kadar zor biliyor musunuz ?
Hep bunlara kafa yoruyorum işte.

Starry Night ı yazdığım ilk günü hatırlıyorum. O heyecanı, isteği.. Benim için eğlenceli bir hobiydi.. Şimdi ise stres kaynağına dönüştü.. Önemli bir sınava çalışırken kafamda bir ses 'Uzun süredir Starry Night a yeni bölüm yazamamışken nasıl olurda çalışırsın!' diyor..

Şimdi yanlış anlamayın, Ben hikayemi seviyorum. Benim için Starry Night, ilk arkadaşlarım dışında okunan hikaye, ilk fanfiction, ilk fantastik öğe içermeyen hikayemdir. Okuyucularımı da çok seviyorum.. Bir çoğunuzun yorumları bana ilham vermekle kalmıyor, tüm gün pişmiş kelle gibi sırıtmamı hatta başka şeyler yaparken de cesaret almamı sağlıyor. Yazdığım için hiç pişman olmadım.

Ama buna rağmen ne yazık ki Starry night ve Ren bu nick ile paylaştığım ilk ve son hikayeler olacak, planlarda bir değişiklik olmazsa.. Bir süre sadece yayınlamadan yazmayı düşünüyorum.

Bunca zaman anlayışla okuyanlara, kıymet bilenlere teşekkürler.. Bilmeseniz de teşekkürler.
Ama en azından anlayın şunu.. Fianle kadar bunları süründüreceğim ve elimden geldiğin ce yavaş gerçekleştirip, çoğunlukta karakterlerin iç dünyasına ineceğim.

4 Ocak 2015 Pazar

Starry Night (Bölüm 36 - Yılın İlk Karı)

Yıldız yorgunluğu dışında bir şey düşünemeyecek kadar koşmuştu.
Kendini çimlere bıraktı ve kollarını yana açıp gökyüzünü seyretmeye başladı.
Derin derin nefes alıyordu canı yanmasına rağmen. Buz gibi havada, atkı dahi almadan koşmanın acısını genzinde hissediyordu.

Yinede gülümsedi. Çünkü başarmıştı. Metenin üstüne düştüğü o utanç verici anı unutmuştu. O anı kafasından silmeye çalışırken takıldığı Jong Hyun u da...

Düşünebildikleri sadece yorgunluğu, nefes almanın acı vermesi ve gökyüzündeki ilginç bulutlardı.

Ona tuhaf tuhaf bakan insanları görmezden geldi ve gözlerini kapadı.
Tekrar açtığında gök yüzünden düşen beyaz bir nokta gördü. Arkasından onlarcası onu takip ediyordu. Ve daha fazlası.
Mevsimin ilk karı yağıyordu!

***

Mete başkanla konuştu. Öğrenmesi gereken ufak tefek şeyleri öğrenip odadan çıktığında ona ters ter bakan Jong Hyunla karşılaştı.

Genç adam Meteyi görmenin şaşkınlığı ve siniriyle, ister istemez elindeki kağıtları buruşturdu ve
"Kimsin sen ?" dedi ingilizce olarak.

"Sizin fotoğrafçınız."

"Onu biliyorum. Yıldız için kimsin ? Neyi oluyorsun ?"

Mete önce aptal bir ifade ile konuşmaya başladı "He.. O mu ?.." Sonra ifadesi bir anda ciddileşti. "İşte o seni hiç ilgilendirmez!"

Judo ve Taekwando da kara kuşak sahibi Jong Hyun, zamanında öğrendiklerini Mete üzerinde deneme düşüncesiyle ona doğru bir adım atmışken, Yong Hwa geldi yanlarına gerginliği sezmiş gibi. Ortamı yumuşatmak için samimi Busan aksanıyla konuştu.

"Jong Hyun-ah, bende seni arıyordum."

Mete onu görünce sıktığı yumruklarını gevşetti.
"Arkadaşınla ilgilensen iyi olur. Karışmaması gereken şeylere karışıyor"

Yong Hwa sadece bir bakış ile yanıt verdi. Bir kaç saniyelik bakış çok şey anlatmıştı.
Meteye hak veriyordu. Jong Hyun tehlikeli bir  soru sormuştu.
Ama bir yandan da Jong Hyun u savunuyordu. Çünkü onu anlıyordu.  İlk defa hissettiği duyguları anlamaya çalışan arkadaşını, aynı guruptan kardeşini...


Jong Hyun ve  Yong Hwa gittiğinde Mete az öncekinden daha dar görünen koridorda yalnız kalmıştı.
"Nasıl bir dramanın içine düştüm ben ?" diye geveledi azının içinde ve mükemmel şekilde duran saçlarını eliyle dağıttı. Temiz havaya ihtiyacı vardı.
Kaybolma riskini göz ardı edip, buz gibi havada Seul sokaklarında gezmeye başladı.


Aradan biraz zaman geçmişti ki neresi dahi olduğunu bilmediği bir yerde yağan karı fark etti.
Aklına anılar geldi.
Çocukken Yıldızla yaptığı gibi çimlere yatıp, gözlerine gelen kar tanelerini umursamadan gökyüzüne bakmak, kar tanelerinin nereden geldiğini tartışmak istiyordu.
Mete okulda öğrendiklerini anlatırdı. Yıldız ise onları meleklerin indirdiği konusunda her zaman ısrarcıydı.

Mete'nin yüzünde saniyeden daha kısa süren bir gülümseme belirdi.

Kendisi bunu yapamayacak kadar büyüdüğünü düşünürken, çimlerin üstünde bir kız, etraftakileri umursamadan gökyüzünü izliyordu.

Dayanamadı ve Mete de gidip yanına uzandı.
Kafasını ona çevirdiğinde, Yıldız da ne olduğunu anlamak için kafasını çevirdi. Yüz yüzeydiler.
Az önce tuhaf bakan insanların da bakışları değişti. Tatlı tatlı gülümseyen insanlar ve iç çeken liseliler..

Ama Mete onların farkında bile değildi. O sadece koşmaktan ve soğuktan yanakları kıpkırmızı olmuş, Meteyi görmenin şaşkınlığıyla gözleri kocaman açılmış Yıldızı görüyordu.

'Ne kadar güzel' diye düşündü ister istemez.
Güzel olan Yıldız'ın gözleri değildi.. dudakları , yanakları yada burnu.. Tamam belki onlar da güzeldi ama Mete için en güzel şey, ona olan bakışlarıydı.

Keşke hep ona baksaydı...

O güzel gözlerin gördüğü tek kişi olmak istedi Mete... Ve sonsuza kadar o gözlere bakmak

Ne yazık ki çok uzun sürmemişti zamanı durdurmuş gibi hissettiren bakışmaları. Yıldız şaşkınlıkla hemen oturmuştu.
"Burada ne işin var ?!"

"Geçerken seni gördüm ve yılın ilk karını seninle birlikte izlemek istedim sadece."

Yıldız bir an afalladı. Mete'nin buruk ses tonu onu şaşırtmıştı. Ama hemen ardından zorla gülümsedi.
"Aman ne komik."

Yıldızın onu ciddiye almaması Meteyi üzmüştü. Yine de alaycı bir ses tonu takındı.
"Ciddiydim oysa.. Neyse. Senin burada ne işin var asıl. Hava çok soğuk."

"Temiz hava almak için çıkmıştım. Birazdan eve dönecektim zaten."

"İstersen seni bırakayım. Hem biraz gezmiş olurum.. Hemde şu anda nerede olduğumuzu bilmiyorum."

Yıldız kahkaha attı.
"Gerçekten yön duygun berbat. Bu zamana kadar nasıl tek başına hayatta kalabildin ?"

Mete Yıldızın omzuna hafif bir yumruk attı.
"Hey! O kadar sık kaybolmuyorum... tamam belki biraz ama ne yani.. olabilir. Sonuçta yön duygusu, ideal erkek kriterlerinden değil."

"Senin için sorun yoksa benim için de yok" dedi Yıldız ve ayağa kalktı. "Beni takip et. Eve gidince senin için taksi çağırırız."

***

Mete bembeyaz bir sabaha gözlerini açtığında her zamankinden neşeliydi. Tüm günü boştu, her yerde kar vardı ve Yıldız tahmin ettiği gibi ondan kaçmıyordu.

Yattığı yerde gerindi. Boyu uzun olduğu için ayakları yataktan çıkıyordu.
Kalkıp günlük rutinlerini yaptı ve keyifli bir kahvaltı için mutfağa indi.

Boş gününde şehri gezmeyi planlıyordu ama Yıldızın meşgul olması biraz da olsa moralini bozmuştu. Yine de kendi gezebilirdi.. Evet neden olmasın ?

Neyseki telefon çalmıştı. Yıllar önce Koreye taşınmış çocukluk arkadaşı onu aramıştı. Böylece yalnız gezip yine kaybolmayacaktı.

"Koray ? Cidden sen misin ? Uzun süre oldu değil mi ?"

"Sana inanamıyorum Mete! Amerikaya kaçtığında bağlantını kesmen zaten kötüydü. Ama en azından Koreye geldiğini söyleyebilirdin !"

Mete suçunun farkındaydı.
"Telefon numaranı bilmiyorum desem bahane uyduruyorum gibi mi görünür ?"

"Kesinlikle ! Bu numarayı bulmak için ne kadar uğraştım haberin var mı ? Hemde onca işimin arasında.. Vefasız bir serserisin."

"Bencil ve vefasız. Evet farkındayım.Yine de eski hatalarımı düzeltmeye çalışıyorum. Buna seninle olan bağlarımız da dahil. Bu gün boş musun ? Bir yerde bir şeyler yiyelim. Hem belki bana bir iki yer önerirsin."

"Öğleden sonra meşgulüm. O zamana kadar uygunsan.. Hem sormak istediğim çok şey vardı benim de.. Ama endişe etme. Korede estetik cerrahları çok yeteneklidir. Burnunun kırıldığını kimse anlamaz."

Mete'nin gözleri bir an için kocaman açıldı. Sonra yapmacık bir korku  tonu takındı.
"Burnum ? Kırılmak ? şey.. benim bir işim çıktı sanırım"

Koray güldü.
"Kaçmak yok. Kağıt kalem al.. Yirmi dakika sonra şu adreste olacağım.."