"Aralarında her ne varsa, umarım mutlu olurlar..." Mika döndü ve evine doğru yürüdü.
Apartmana geldiğinde karşılaştığı manzara ona Mete ve Yıldızı untturdu. Kapının önüne bırakılmış eşyalar vardı. Yeni olmadıkları belliydi. Bazıları kırılmıştı.
"Birileri mobilya değiştiriyor herhalde" diye mırıldandı eleştiren bir ses tonu ile. "Ama sokağı bu hala getirmelerine gerek yoktu."
Eşyaların arasında geçip apartmana girdi. Amacı ortalığı böylesine dağıtan kişiyi bulmak ve ona kızmaktı. Büyük bir hırsla yukarı çıkarken kapılardan birinin tam kapalı olmadığını farketti. Biri çekmiş ama kapatamamış gibiydi. 'Burası.. O Amerikalı kızın olduğu daire.'
Yavaşça kapıyı itip ardına kadar açılmasını sağladı. Görmeyi beklediği şey jelatinli mobilyalar ve onları yerleştirmeye çalışan biriydi. Ama ev terk edilmişçesine boştu. Yerdeki bir iki cam kırığından başka bir şey yoktu.
İçeri girip kontrol etmeye karar verdiğinde sesler duydu. Anlamadığı bir dildeydi. Bir kız ve bir erkeğe aitti sesler. Kız ağlıyor gibiydi.
Mika önce sesin geldiği yöne ardından yukarı baktı. Tekrar aşşağı ya baktığından yukarı gelenleri görüp bir üst kata kaçtı sessizce.
Kızla çocuk ciddi bir şekilde konuşuyordu. Ama ingilizce değildi. Oysaki her defasında ingilizce konuştuklarından Mika onun Amerikalı olduğunu düşünmüştü ama ne dediklerini anlamasa da kızın türkçe konuştuğunu fark ettiğinde onun da Yıldızla aynı ülkeden olduğunu anladı.
'Koredeki bütün Türkler beni buluyor' diye düşündü.
Kızla çocuk eve girdiler ve konuşmaya devam ettiler. Sesleri apartmana geliyordu. Mika yine de bir kaç basmak indi olanları anlamak için. Kafasını açık bırakılan kapıdan uzattı.
Bu sırada da çocuk telefon açtı birine. Telefonu kapattıktan sonra bir süre daha konuştular ve çocuğun telefonu çaldığında evden çıkmak için kapıya yöneldiler. Mika panikle yukarı kaçtı fakedilmediğini umarak. Hemen evine girdi ve kapısını kapattı.
***
Mete ıce latte sinden ikinci yudumu aldı.
"Bak ne aldım." dedi ve ceketinin iç cebinden küçük bir kitap çıkarttı. "Sabahtan beri sana göstermek için fırsat kolluyordum ama bazı sorunlar oldu malum."
Yıldız o sırada gözlerini kapatmış soğuttuğu espressoyu fondip yapıyordu. Mete bunu farkedince kitabı masaya attı ve Yıldızın kolundan tutup onu durdurmaya çalıştı.
"Bu kadar hızlı içemezsin kahveyi ! Miğden için zararlı !"
"Bana bir şey olmaz. Hem ne bu?" Yıldız kitabı eline aldı. Onun çizdiği manhwa'nın ilk sayısıydı bu.
Mete Yıldızın ilgisini çekmeyi başardığı için şımartılmış çocuk misali sırttı.
"Senin manganı buldum. Bir kitapçıya dalıp her manganın üstünde adını aradım. Sonunda buldum ama okuyamıyorum."
Mete'nin onun yaptığı iş ile ilgilenmesi Yıldızın hoşuna gitmişti.
"İstersen senin için okurum bir gün. Ama bu gün değil. Kahveni bitirir bitirmez kalmalıyım. Yeni bölümü yazmalıyım. Ondan önce de Mika ya uğrayacağım."
Mete hayal kırıklığına uğradı ama Yıldızdan mangasını dinleyebilecekti. Bu şimdilik yeterliydi.
"Tamam kahve bitince seni eve bırakırım." dedi ve ardından kahvesinden çok küçük bir yudum aldı.
"Hey! Böyle yaparsan saatler sürer bitmesi !"
Mete muzip bir şekilde sırıttı yine.
"Ciddi misin ? O kadar yavaş içmeyi başarabilir miyim sence ?"
"Hiç değişmedin Mete. Hala aynı çocuksun. İçmezsen de giderim."
"Sen değiştiğini mi sanıyorsun ? Farklı davranmaya çalışsan da hala aynı kız olduğunu çok ne görebiliyorum. Hem ne kadar meraklıymışsın zavallı arkadaşını bilmediği bir memlekette yalnız çaresiz açbiilaç bırakmaya."
Yıldız Meteyi daha da şımartacağını düşündüğü gülümsemesine engel olamadı.
"Utanmıyor musun en yakın arkadaşına duygu sömürüsü yapmaya ?"
"En yakın ardakaşımdan utanacak değilim. Her türlü serseriliğimi, duygu sömürüsü ve şirinlik numaralarımı bilen tek kızsın. *Ki sen benim göz yaşlarımı da gördün..~"
Yıldız tekrar gülümsedi. Mete ileyken uzun süre suratı asık kalamıyordu. Mete sadece onu güldürebilmek için çekinmeden kendini rezil edebilecek bir arkadaştı. Ve bunu sadece Yıldız için yapardı. Yıldız aksini düşünse de.
"Bunun iyi bir şey mi olması gerekiyordu ? Hem Yaşlı adamın teki topunu kesti diye ağlaman 8 yaşında bir çocuk için bile fazla çocukçaydı."
Mete öksürdü. Yıldız her zamanki gibi son sözü söylemişti. Kahvesini kafaya dikti ve tek seferde içti.
"Tamam konuyu kapatalım. Kahvem bitti."
***
Yıldız arabadan indikten sonra olanları anlatmak için meraklı arkadaşının evine gitti. Kapıdaki eşyalar onun da ilgisini çekmişti.
Apatmana girip üst katlara doğru çıkmaya başladığında merdiven korkuluklarının yanından çıkan Mikanın kafasını gördü.
"Ah sen miydin ? Bende şu Türk kız geri geldi sandım."
"Türk kız ??"
Mika Yıldızın yanına indi ve kolundan sürükleyerek kendi dairesine çıkardı. Kapıyı kapattığında da olanları anlatmaya başladı.
"Eve geldiğinde kapıdakileri görmüşsündür. Bende görüp sinirlenmiştim. Kim bıraktı diye yukarı çıktım ama sonra alt komşum apartmana girince ne yapacağımı bilemedim ve saklandım. Hani sana bahsettiğim Amerikalı bir komşum vardı ya. O Amerikalı değilmiş. Meğer Türkmüş. Dediklerini anlamasam da sizin kullandığınıza benzer bir dil kullanıyorlardı işte. Neyse kız ağlıyordu. Sanırım kötü bir şey olmuş. Gidip soralım mı ?"
"Öncelikle sakin ol. Ondan sonra 'Ne Türk mü ? ve sen bunu yeni mi anlıyorsun ?' Ve aşşağıda kimse yoktu. kime soracaksın ?"
"Ne yani Amerikalı ve Türkler benziyor işte. Sanki sen ayırd edebilirsin bir Çinliyle Taylandlıyı."
"Evet ayırd edebilirim. Ve hiç benzemiyoruz."
Kızlar birbirlerine laf yetiştirmeye çalışırken bir kamyon sesi duyuldu. İkisi de cama çıktığında İki erkek ve bir kızın eşyaları kamyona yüklediklerini gördüler. O kadar yüksekten nereli oldukları anlaşılmasa da Mika en az ikisinin Türk olduğunu biliyordu.
Onlar kamyona eşyaları yüklemeye devam ederken iki kız aşşağı inip inmeme konusunda tartışmaya başladı. Sonunda karar verdiklerinde kamyonun çoktan gittiğini farkettiler. Ama geride bir koltuk ve kızı bırakmışlardı.
Mika ve Yıldız aşşağı indiklerinde kız kafasını koltuğun koluna koymuş yarı oturur vaziyette öyle duruyordu. Sesleri duyunca kafasını kaldırdı ve gelenlere baktı.
Mikayı tanımıştı. Az önce onu gözetleyen komşusu...
Ama yanında Yıldızı görünce şaşırdı.
Yılız yanına gelip Türkçe selam verdiğinde o da kafası ile selam verip şaşkın bir şekilde cümlesinin bitmesini bekledi.
Yıldız elini kıza uzattı. Ve Türkçe olarak devam etti konuşmasına. Böylesinin çökmüş haldeki kızı daha iyi hissettireceğini düşünerek.
"Ben Yıldız. Yan binada oturuyorum. Seninde Türk olduğunu duyunca tanışmak istedim"
"Dilara. Şu anan kadar karşılaşmamamız ilginç."
"Evet katılıyorum. Oturabilir miyim ? Saol. Mikayı tanıyorsun herhalde. Burada olanlar ilgisini çekmiş ve Türk olduğunu farkedince benim konuşmamı istedi. Bir sorun mu var ?"
***
"Evet, kesin emin olmasam da sanırım ben Yıldıza aşığım."
Min Hyuk ve Jong Shin şaşırmış, Jong Hyun a bakıyorlardı. Yong Hwa ise 'ben söylemiştim' der gibiydi.
Min Hyuk un kafası karıştı.
"Yani daha emin olmadığın aşkını bize itiraf ediyorsun. Niye ?"
"Emin olamadığım için... Sürekli onu düşünüyorum. Sebebi sinirimi bozması da olabilir. Belki siz bilirsiniz. İçinizde daha önce aşık olan var mı ?"
Min Hyuk yavaşça kafasını sağa sola salladı. Jong Hyun son umut Yong Hwa ya döndü.
"Sen bilirsin hyeong. Şu ana kadar çok kızla çıktın."
"Ne yazık ki. Hepsi hoş kızlardı ama aralarında aşık olduğum yoktu. Aşk hoşlanmaktan çok farklı ve anlaması zor bir duygudur."
Jong Hyun son umutlarını yitirdiğinde birinin son nefesi duyuldu.
"Hyeong~ Bunu neden benim üstümde tartışıyorsunuz..."
Jong Hyun Jung Shinin üstünde oturduğunu tamamen unutmuştu. Özür diledi ve zavallı maknae nin üstünden kalktı.
Jung Shin in o kadar canı yanmıştı ki kalkmadan önce bir süre öyle hareketsiz kaldı.
Aslında hepsi bir süre düşüncelere dalıp hareketsiz kaldı.
Özellikle Jong Hyun.
Yıldız hakkında ne düşünüyordu ki ? Jong Hyun u sevmeyen bir kız olduğunu. Sürekli ona sorun çıkarttığını. Kendini yaralayacak kadar aptal olduğunu. Çok fazla makyaj yapmamasına rağmen güzel göründüğünü. Yemek esnasında ona bağıracak kadar kaba olduğunu. Hayır arkadaşı için kendini yaralayacak kadar kibar olduğunu. Sırf dış görünüşü için Jong Hyuna aşık olmayacak kadar zeki olduğunu.
Jong Hyun Yıldız hakkındaki bir düşüncede sabit kalamıyordu.
'Bu kız sabit durmuyor ki' diye düşündü.
Sürekli farklı davranarak Jong Hyun un kafasını karıştırıyordu. Bu aşk olamazdı. Olmamalıydı. Aşk olmasa daha iyi olurdu.
Sonunda çalan zil sesi Jong Hyun un kendi ile olan savaşına ara vermesine neden oldu.
Jong Hyun yerinden kalktı ve kapıyı açtı.
Karşısında duran Kim Woo Bin di. Yanında bavulu ile.
Gözlüklerini biraz aşşağı indirdi e üstünden şaşınlıkla onu izleyen Jong Hyun a baktı.
"*Annyong chingu [Merhaba arkadaşım] Rachel ile ayrıldık. Bir süre burada kalabilir miyim ?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder