Çarşamba gecesi herkes için düşüncelerle doluydu..
Mika kendi hayali dünyasını koruma çabasındaydı. Jong Hyun Yıldız hakkında bir iki basit bilgi öğrenmeye çalışırken Yıldız sa Jong Hyun un yaşadığı zorlukları düşünüyordu...
Seul de bir yerde bunlar yaşanırken şehrin hemen dışında, sabah yaptığı hatayı kafasında geri sararak her defasında kendine lanet okuyan Mete vardı.
Usui nin 'bırak artık düşünmeyi, Yeter...' dermişçesine bakan gözlerini görmezden gelmiş, bahçede otururken bir yandan da kahvesini yudumluyordu.
Yıldızı korkutmuş muydu yoksa ?
'Ama neden korksun ki ?' dedi derinlerdeki bir ses. 'Bir kazaydı. Onu öpmedin bile..'
'Kızlar hassas olur' diye mualefet etti Mete nin karamsar yanı..
Mete acı bir şekilde güldü.
"Mükemmel! Şimdi de kendimle tartışıyorum. Kafayı yedim!"
Aslında kafayı yememiş, sadece biraz umutsuzluğa düşmüştü..
Yıldızın Korede olduğu ilk günü düşündü.. Fransada kendine bir düzen kurmuş olmasına rağmen bir günde oradaki hayatını bırakıp, dilini dahi bilmediği bu ülkeye gelmişti.
İş bulmak hiç kolay olmamıştı... Ama her şey bu inatçı kız içindi.
Onu alıp Türkiyeye dönmek hepsine deyecekti.
Mete de artık özlediği ülkesinde, ailesiyle aynı şehirde yaşayacaktı... Bu planın aptal bir fotoğraf yüzünden mahfolma düşüncesi Metede bahçedeki masayı devirip sandalyeleri tekmeleme, sesi kısılana kadar bağırma isteği uyandırıyordu.
Bir yanlış anlama yüzünden hayallerini kaybedemezdi. Bir kez daha olmasına izin vermeyecekti.
***
"Özür dilerim!!"
Yıldız zil sesi yüzünden panikle, ne gördüğünü hatırlayamadığı rüyasından uyandı. Hala bilgisayarın önünde yerdeydi.
Şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Ne için özür dilemişti ki ?
Kapı tekrar çalınca 'neyse' dedi ve kapıya bakmak için ayaklanmadan önce tekrar yere yatıp gerindi.
Sonunda kalkıp kapıyı açtığında az kalsın şok geçiriyordu.
Mika hiç uyumamış, bayık gözleri ve siyah halkalarıyla sabah sabah Yıldızın yanına gelmişti.
"Ihım.. içeri gelsene"
Mika ağır hareketlerle içeri girdi ve kendini az önce Yıldızın kalktığı yere bıraktı.
"Yer sıcakmış~"
Yıldız güldü ve esnedi.
"Kapıyı çalmadan önce orada ben yatıyordum da ondan... Onu boşver de senin bu halin ne ? Ruhun çıkıp geri dönmüş gibi."
Mika gözlerini ovuşturdu.
"Uykusuz ve açım.. Yemek ver bana Yıldıız~"
"Ah zavallı şey.. Yine alışverişe çıkmayı unuttun değil mi ? "
Mika yerde yuvarlandı ve tepesinde duran Yıldıza masum bakışlarını dikti.
"Ben yaşlı bir kızım Yıldız.. Ruhum yaşlı.. ve bunak."
Yıldız ayağıyla onu dürttü.
"Çok konuşma da şu sehpayı ortaya çek. Ben sandeviç hazırlayacağım."
"Sen olmasan hiç ekmek yemeyeceğim Yıldız. Hiç pirincin yok mu ? Onigiri yapalım."
"Şikayet etme ve ben seni beslemekten vazgeçmeden önce elindekiyele yetinmeyi öğren."
"Tamam ya bir şey demedim. Kızma hemen... Sehpayı çektim ve üstündekileri topladım. Bu biletleri nereye koyayım ?"
"Ne biletleri ?"
"Türk arkadaşının verdiklerini..."
"Ne bu yüzündeki ifade ? O benim arkadaşım değil hem.. Senin komşun unuttun mu ?"
Mika ağazında japonca bir şeyler geveledi, biletleri tekrar sehpaya bıraktı ve kalkıp buzdolabından kola aldı. Yıldız elinde iki bardak ve sandeviçlerle sehpanın başına geçtiğinde Mika da kolaları doldurmaya başladı.
Tam ikinci bardakta dolmak üzereyken hapşırması kolayı sehpaya, dolayısıyla biletlerin üsütne dökmesine sebep olmuştu.
Yıldız hemen mutfağa koştu ve kağıt havlu rulosunu alıp dökülen kolayı temizlemeye başladı bir yandan da söyleniyordu.
"Çok sakarsın Mika.. Daha dikkatli olmalısın"
"Hey! hapşırmak benim suçum değil."
"Neyse olan oldu.. Ah biletler mahfolmuş.. Yazı da okunacak gibi değil. Saati hatırlıyor musun ?"
Mika Yıldıza ters bir bakış attıp dil çıkarttı.
"Hayır.. Mamdem hatırlamıyorsun gitme."
"Birlikte gideceğiz.. Niye böyle davranıyorsun ? İki gün önceye kadar çok samimi davranıyordun kıza karşı."
"İki gün önceye kadar sen bu kadar iyi davranmıyordun ama."
"Kıskandın mı yoksa ?"
"Evet!"
Yıldız gülümsedi. "Kısknama.. en iyi arkadaşım sensin. Milletin önemli değil. Öyle olsa buraya hiç taşınmazdım değil mi ?"
Mika biraz düşündü. İkna olmuş gibiydi.
"Haklı olabilirsin."
"Haklıyım tabi. Neyse ben şimdi Dilarayı arayıp saati ve biletleri böyle kabul edip etmeyeceklerini sorayım. Sende yemeğini ye."
Mika kafasıyla onaylayıp tekrar sehpanın başına oturduğunda Yıldız kıskanç arkadaşının yanında rahat konuşamayacağı için dışarı çıktı ve Dilarayı aradı.
Önce gösteri saatini öğrendi. Sonra biletleri kabul edeceklerini. Telefonu kapatmadan önce birde evine yerleşip yerleşmediğini sordu Yıldız.
Hala işinin bitmediğini öğrendiğinde yardım teklif etti ve ertesi gün buluşmak için sözleştiler.
Konuşurken unutmuştu ama telefonu kapattığında kıskanç arkadaşına bunu nasıl anlatacağını düşünmeye başlamıştı.
Mikayı yanında çağıramazdı. Onu bırakıp giderse de daha fazla üzülecekti.
Ama diğer yanda da daha yeni evinden atılmış bir öğrenci vardı. Mikanın kıskanç ve çocuksu hisleri yüzünden, yardım edeni olup olmadığını bilemdiği bir kızı yalnız mı bırakacaktı ?
Tamam, belki geçen gün yardımcı olan iki çocuk yine orada olabilirdi ama onlardan biri Türk, diğerininse türk olma olasılığı yüksekti. Ve bu sadece işin ağırlık kısmını yapabilecekleri anlamına geliyordu.
Ne olursa olsun.. İnsanlık ölmemişti ya..
***
Jong Hyun dünkü araştırmalar nedeniyle rüyasında Türkiyede konser verdiklerini görüyordu.
Bir saha nın ortasına kurulan sahneden hepsi dolu koltukları, dip dibe ayakta dikilenleri rahat görebiliyordu. Çoğunluğu kız, Yıldız ve Meteye benzeyen insanlarla dolu bir kalabalık.
Ön sıralardan masmavi giyinmiş bir kız gözüne takıldı. Düşünceli ve biraz da hayranlıkla Yong Hwa ya bakan Yıldız..
Gurup daha önce hiç söylemedikleri bir şarkı söylüyordu. Jong Hyun un solo kısmı geldi ve sahne ışığı aniden ona döndü..
Hayranlar bağırıyordu.
"Jong Hyun ~ Jong Hyun ~ Jong Hyun.. Oppa hadi uyan."
Jogn Hyun gözlerini açtığında karşısında dikilen Junieli gördü. Röpörtajlarda 'kız kardeşim gibi görüyorum' dediği Juniel.
"Oppa, neden burada uyuyorsun ? Bir sorun mu var ? Yurtta bir şey mi oldu ? Bana her şeyi anlatabileceğini biliyorsun değil mi ?"
Jong Hyun 'kız kardeşim gibi' derken doğruyu söylüyordu.
Juniel bazen sinir bozucu bir kız kardeş gibi ona yapışırdı.
Bir beste yaptığını duyduğunda 'Hadi ben buna söz yazayım, birlikte bir şarkı yapar başkana veiririz.' diyebilirdi. Demişti de.
Gerçekten ısrarcı bir kızdı ve bu zaman zaman sinir bozucu olabiliyordu. Yine de küçük kız kardeş gibiydi ve Jong Hyun bir şekilde onu seviyordu.
'Bir sorun yok çalışırken uyuya kalmışım..." Jong rüyasındaki şarkıyı hatırladı birden.. "İşin yoksa biraz yalnız bırak beni lütfen. Aklımdakileri yazmalıyım."
Juniel hayal kırıklığına uğramıştı. Kafasıyla onayladı ve çıkmadan hemen önce bestenin yazıldığı kağıda bir bakış attı.
Kağıdın üst kısmında etrafı daire şeklinde karalanmış bir kelime vardı. Latin harfleri ile yazılmış.
Yıldız ne demekti ki ?
Translate
27 Kasım 2014 Perşembe
24 Kasım 2014 Pazartesi
2014 Türkivision Bitti..
Türk ülkeleri ve türklerin bulunduğu Almanya gibi ülkelerin katıldığı türkvision şarkı yarışması bitti.
Yarı finali geçen 15 ülke geçen gün tekrar yarıştı ve birinci Zhanar Dugalova ile Kazakistan oldu.
Benim favorim Non-Stop ile Kırgızistan dı. Kıyafetleri, karaografisi bile ayrı bir havalıydı yani.
Türkiyenin yeri ise.. 15. sıra.. Evet rezil olduk resmen. Sonuncu ülkeyiz. 128 puan nedir. 14. ülke ile aramızda 38 puan vardı ya..
Adını duymadığım yarı Belçikalı bir şarkıcı olan Funda Kılıç temsil etti bizi. İlk sırada biz çıktığımız için ilk bizim puanımız söylendi..
Büyük bir heyecan ile parmak hesabı yaparak sırayı hesapladım.. Bizim puandan yüksek olan her bir ülke için bir parmak.. Biri bile mi bizden düşük not almaz ? Gece gece şoka girmiştim.
Geçen senin kazananı Azerbaycan mış buna da vikipedia dan baktım.
Neyse umarım üçüncü yarışmada en azından sonucu olmamayı başarabiliriz.
20 Kasım 2014 Perşembe
Starry Night (Bölüm 33 - Biraz Araştırma Yapmak)
Korede erkekler birbirlerine karşı gereğinden fazla samimi davranırlar.
Biraz fazla *bromens takılırlar ve skinship (tensel temas) tan kaçınmazlar. Bu yüzden çok fazla insan onlara 'gay' der.
Yıldız bir yıldır korede yaşadığı ve ondan önce de kore ile ilgilendiği için, erkeklerin birbirlerinin omuzuna elini atmaları, programlarda çeşitli oyunlar yüzünden 'yanlışlıkla' öpüşmeleri gibi durumlar ona olağan dışı gelmiyordu.
Buna rağmen Weekly idol daki elma oyununda Jong Hyun ve Min Hyuk u o halde gördüğünde utanıp tek eliyle yüzünü kapatmış ama yine de parmaklarının arasından izlemeye devam etmişti.
"Bu çocuklara bir daha asla normallermiş gibi bakamayacağım."
Sonunda program bitmişti. Yıldız parmaklarını birbirine kenetleyip avuç içlerini kaldırabildiği kadar yukarı kaldırıp gerindi.
Yapacak işleri vardı ama canı hiç bir şey yapmak istemiyordu. Bunu bahane olarak kullandı ve CNblue nun konuk olduğu bir iki program daha izledi.
Cheongdamdong 111 in 5.bölümüne geldiğinde gözleri daha fazla izlememesi için Yıldıza haykırıyorlardı.
Yıldız bilgisayarın kapama tuşuna bastı ve bağdaş kurduğu bacaklarını hiç bozmadan kendini yere bırakıp uzandı.
Daha bir kaç gün önce çoğunun adlarını dahi bilmediği dört genç hakkında bir anda bu kadar şey öğrenmek tuhaf hissetmesine neden olmuştu.
Ünlülerin özel hatayı yoktu.. Kameralar evlerine hatta yatak odalarına kadar giriyordu.
Hayatlarında hiç görmedikleri insanlar haklarında çok fazla şey biliyor, onlara gülüp aşık oluyor yada nefret ediyorlardı.
Yıldız bunları daha önceden bilmesine rağmen tuhaf bir farkındalık anı yaşadı. Sonuçta onlarla gerçekten tanışma fırsatı yakalamıştı. Üyeler için üzüldü ve Jong Hyun a kötü davrandığı için vicdan azabı çekti. "Acaba onun yerine ben olsaydım nasıl birine dönüşürdüm kim bilir."
***
Jong Hyun düşüncelere dalmış avare avare gezerken FNC nin önüne kadar gelmişti.
Hava çoktan kararmış olmasına rağmen şirkette çalışanlar vardı.
'Biraz fazla çalışmaktan zarar gelmez' diye düşünen Jong Hyun bisikletini zincirledi ve daha tamamlayamadığı yeni bestesine biraz daha kafa yormak için şirkete girdi. Nedense yurda gitmek istemiyordu.
Jong Hyun notlarını bıraktığı kayıt odasına doğru giderken spor odasından gelen gülüşmeler ve kendi adını duyduğunda kontrol etmek için oraya yöneldi.
Salondakiler A.O.A in üyeleriydi. Yani en azından bir kaçı. Ve Jong Hyun dan değil F.T island üyesi Jong Hoon dan bahsediyorlardı... Açıların adamı.
"Ne yapıyorsunuz bu saatte burada ?"
Kızlar bir an yanlış kişiye yakalandıklarını düşünüp sessizliğe büründüler. Gurubun maknae suratlı lideri Ji Min, gelenin Jong Hoon değil Jong Hyun olduğunu fark ettiğinde sporuna ara verdi ve açıklama yapmak için Jong Hyun un yanına gitti.
"İyi akşamlar sunbae. Gürültü için üzgünüz. Sonunda bir şarkıdan kızlara yemek ısmarlamaya yetecek kadar para kazandım da kutlamayı biraz fazla kaçırmışız. Yakın zamanda kilo kontrolü var ve bu yüzden sizi bir süre rahatsız edeceğiz."
Jong Hyun bir ağabey edasıyla gülümsedi
"Kilo kontrolü ha? Kolay gelsin. Ben kayıt odasında olacağım. Yani rahat konuşmaya devam edebilirsiniz."
Ji min şirin bir gülümsemeyle kafasını öne eğerek onayladı.
Jong Hyun salondan çıktığında kızların gülüşmelerini yine duydu.
O da güldü ve tekrar ilk hedefine yöneldi. Kayıt odası!
Odaya giren Jong Hyun kağıtlarını buldu ve kendisini kenarda duran sandalyeye bıraktı.
Rahat görünen tekerlekli sandalye Jong Hyunun etkisiyle bir kaç santim geriye gitmişti.
Bu biraz eğlenceliydi ve Jong Hyunu gülümsetmişti.
Kağıtları biraz kurcaladıktan sonra yandaki gitara uzandı ve mırıldanarak kağıtta yazılı notaları çalmaya başladı.
Bir iki ufak değişiklik yaptı ve yenilerini ekledi..
Bir yandan da sözleri düşünüyordu.
"I’ll take you to the monster~...Bunu zaten yazmıştım.."
Daha romantik sözlere ihtiyacı olduğunu düşündü şarkının.. ve tabiki daha önceden yazılmamış..
"Aşk.. aşık olmak..bana aşık ol.. aish!" Jong Hyun sinirle saçlarını karıştırmıştı. Ama bunun nedeni şarkıya başlayacak romatik bir cümle bulamaması değil aklına yine 'onun' gelmesiydi...
Kafasının bir yerinde içten içe dişi öldüren çürük gibiydi.. Ara ara sızlasa da hep orada ve rahatsız ediyordu.
Sonunda gitarı bıraktı ve aklındaki küçük soruya yanıt bulmak için ceptelefonunu aldı..
Zavallı çocuk Yıldızın o kızın adı mı yoksa soyadı mı olduğunu öğrendiğinde bundan kurtulacağını düşünüyordu.. Yerine yeni bir gereksiz merakın geleceğini bilmeden..
İnternetten Türklerin isim kullanma şekillerini öğrendiğinde daha telefonunu kapatamadan yeni bir soru çıkagelmişti..
Türkler nece konuşur ??
İngilizce ? Yoksa arapça mı ?
Kendi dillerine sahip olmaları Jong Hyun un hoşuna gitmişti. Ve aynı dil ailesinden olmaları.. Kendini biraz yakın hissetmişti.
Peki ya yönetim sistemleri ?... Aslında umrunda olan bunlar değildi. Onu biraz daha fazla tanıyabilme ihtimali için merak ediyordu bunları.. Kendine dahi itiraf edemese de.
Jong Hyun ufak çaplı bir araştırma sonucu Türkler hakkında bir şeyler öğrenmişti. Peki ya türkler onun hakkında ne biliyordu ?
Jong Hyun Türkiyedeki boice ların ne kadar çok ve aktif olduğunu görünce şaşırmıştı. Kendi sloganları bile vardı. 'out of the blue, we fell in love with cnblue'
Buna rağmen Yıldız onunla ilgilenmiyordu..
"Şimdi bu fanlardan birine tweet atsam hepsi heyecan yapar değil mi.. Ama onun umrunda bile.. dur bir dakika"
Mizukiye aşkını itiraf edemeyen Nakatsu misali kendi kendine konuşan Jong Hyun, telefonunda bir iki şey kontrol etti.
"Doğru ya bir dahaki turda Türkiyeye de gideceğiz.."
***
Saat sabahın altısıydı. On üç saat kadar önce başladığı uzun bir animenin son bölümünü bitiren Mika boş bakışlarını saate dikti.
Fazlasıyla shoujo izlemiş ve 'herkes için umut var' düşüncesini beynine bir kez daha kazımıştı.
Elbette sonunda Min Hyuk la çıkmayı ancak hayal edebileceğini biliyordu ama zihninin bir köşesinde kendini kötü hissetiğinde kaçabileceği o hayallerle dolu odayı bir anlık gerçeği farketme ile yıkmamak için çabalıyordu.
Yaşı büyüdükçe eski görkemini kaybeden o odayı olabildiğince ayakta tutmak için vardı bu anime seyansaları. Ve acı gerçekle son kez yüzleşene kadar devam edecekti.
Biraz fazla *bromens takılırlar ve skinship (tensel temas) tan kaçınmazlar. Bu yüzden çok fazla insan onlara 'gay' der.
Yıldız bir yıldır korede yaşadığı ve ondan önce de kore ile ilgilendiği için, erkeklerin birbirlerinin omuzuna elini atmaları, programlarda çeşitli oyunlar yüzünden 'yanlışlıkla' öpüşmeleri gibi durumlar ona olağan dışı gelmiyordu.
Buna rağmen Weekly idol daki elma oyununda Jong Hyun ve Min Hyuk u o halde gördüğünde utanıp tek eliyle yüzünü kapatmış ama yine de parmaklarının arasından izlemeye devam etmişti.
"Bu çocuklara bir daha asla normallermiş gibi bakamayacağım."
Sonunda program bitmişti. Yıldız parmaklarını birbirine kenetleyip avuç içlerini kaldırabildiği kadar yukarı kaldırıp gerindi.
Yapacak işleri vardı ama canı hiç bir şey yapmak istemiyordu. Bunu bahane olarak kullandı ve CNblue nun konuk olduğu bir iki program daha izledi.
Cheongdamdong 111 in 5.bölümüne geldiğinde gözleri daha fazla izlememesi için Yıldıza haykırıyorlardı.
Yıldız bilgisayarın kapama tuşuna bastı ve bağdaş kurduğu bacaklarını hiç bozmadan kendini yere bırakıp uzandı.
Daha bir kaç gün önce çoğunun adlarını dahi bilmediği dört genç hakkında bir anda bu kadar şey öğrenmek tuhaf hissetmesine neden olmuştu.
Ünlülerin özel hatayı yoktu.. Kameralar evlerine hatta yatak odalarına kadar giriyordu.
Hayatlarında hiç görmedikleri insanlar haklarında çok fazla şey biliyor, onlara gülüp aşık oluyor yada nefret ediyorlardı.
Yıldız bunları daha önceden bilmesine rağmen tuhaf bir farkındalık anı yaşadı. Sonuçta onlarla gerçekten tanışma fırsatı yakalamıştı. Üyeler için üzüldü ve Jong Hyun a kötü davrandığı için vicdan azabı çekti. "Acaba onun yerine ben olsaydım nasıl birine dönüşürdüm kim bilir."
***
Jong Hyun düşüncelere dalmış avare avare gezerken FNC nin önüne kadar gelmişti.
Hava çoktan kararmış olmasına rağmen şirkette çalışanlar vardı.
'Biraz fazla çalışmaktan zarar gelmez' diye düşünen Jong Hyun bisikletini zincirledi ve daha tamamlayamadığı yeni bestesine biraz daha kafa yormak için şirkete girdi. Nedense yurda gitmek istemiyordu.
Jong Hyun notlarını bıraktığı kayıt odasına doğru giderken spor odasından gelen gülüşmeler ve kendi adını duyduğunda kontrol etmek için oraya yöneldi.
Salondakiler A.O.A in üyeleriydi. Yani en azından bir kaçı. Ve Jong Hyun dan değil F.T island üyesi Jong Hoon dan bahsediyorlardı... Açıların adamı.
"Ne yapıyorsunuz bu saatte burada ?"
Kızlar bir an yanlış kişiye yakalandıklarını düşünüp sessizliğe büründüler. Gurubun maknae suratlı lideri Ji Min, gelenin Jong Hoon değil Jong Hyun olduğunu fark ettiğinde sporuna ara verdi ve açıklama yapmak için Jong Hyun un yanına gitti.
"İyi akşamlar sunbae. Gürültü için üzgünüz. Sonunda bir şarkıdan kızlara yemek ısmarlamaya yetecek kadar para kazandım da kutlamayı biraz fazla kaçırmışız. Yakın zamanda kilo kontrolü var ve bu yüzden sizi bir süre rahatsız edeceğiz."
Jong Hyun bir ağabey edasıyla gülümsedi
"Kilo kontrolü ha? Kolay gelsin. Ben kayıt odasında olacağım. Yani rahat konuşmaya devam edebilirsiniz."
Ji min şirin bir gülümsemeyle kafasını öne eğerek onayladı.
Jong Hyun salondan çıktığında kızların gülüşmelerini yine duydu.
O da güldü ve tekrar ilk hedefine yöneldi. Kayıt odası!
Odaya giren Jong Hyun kağıtlarını buldu ve kendisini kenarda duran sandalyeye bıraktı.
Rahat görünen tekerlekli sandalye Jong Hyunun etkisiyle bir kaç santim geriye gitmişti.
Bu biraz eğlenceliydi ve Jong Hyunu gülümsetmişti.
Kağıtları biraz kurcaladıktan sonra yandaki gitara uzandı ve mırıldanarak kağıtta yazılı notaları çalmaya başladı.
Bir iki ufak değişiklik yaptı ve yenilerini ekledi..
Bir yandan da sözleri düşünüyordu.
"I’ll take you to the monster~...Bunu zaten yazmıştım.."
Daha romantik sözlere ihtiyacı olduğunu düşündü şarkının.. ve tabiki daha önceden yazılmamış..
"Aşk.. aşık olmak..bana aşık ol.. aish!" Jong Hyun sinirle saçlarını karıştırmıştı. Ama bunun nedeni şarkıya başlayacak romatik bir cümle bulamaması değil aklına yine 'onun' gelmesiydi...
Kafasının bir yerinde içten içe dişi öldüren çürük gibiydi.. Ara ara sızlasa da hep orada ve rahatsız ediyordu.
Sonunda gitarı bıraktı ve aklındaki küçük soruya yanıt bulmak için ceptelefonunu aldı..
Zavallı çocuk Yıldızın o kızın adı mı yoksa soyadı mı olduğunu öğrendiğinde bundan kurtulacağını düşünüyordu.. Yerine yeni bir gereksiz merakın geleceğini bilmeden..
İnternetten Türklerin isim kullanma şekillerini öğrendiğinde daha telefonunu kapatamadan yeni bir soru çıkagelmişti..
Türkler nece konuşur ??
İngilizce ? Yoksa arapça mı ?
Kendi dillerine sahip olmaları Jong Hyun un hoşuna gitmişti. Ve aynı dil ailesinden olmaları.. Kendini biraz yakın hissetmişti.
Peki ya yönetim sistemleri ?... Aslında umrunda olan bunlar değildi. Onu biraz daha fazla tanıyabilme ihtimali için merak ediyordu bunları.. Kendine dahi itiraf edemese de.
Jong Hyun ufak çaplı bir araştırma sonucu Türkler hakkında bir şeyler öğrenmişti. Peki ya türkler onun hakkında ne biliyordu ?
Jong Hyun Türkiyedeki boice ların ne kadar çok ve aktif olduğunu görünce şaşırmıştı. Kendi sloganları bile vardı. 'out of the blue, we fell in love with cnblue'
Buna rağmen Yıldız onunla ilgilenmiyordu..
"Şimdi bu fanlardan birine tweet atsam hepsi heyecan yapar değil mi.. Ama onun umrunda bile.. dur bir dakika"
Mizukiye aşkını itiraf edemeyen Nakatsu misali kendi kendine konuşan Jong Hyun, telefonunda bir iki şey kontrol etti.
"Doğru ya bir dahaki turda Türkiyeye de gideceğiz.."
***
Saat sabahın altısıydı. On üç saat kadar önce başladığı uzun bir animenin son bölümünü bitiren Mika boş bakışlarını saate dikti.
Fazlasıyla shoujo izlemiş ve 'herkes için umut var' düşüncesini beynine bir kez daha kazımıştı.
Elbette sonunda Min Hyuk la çıkmayı ancak hayal edebileceğini biliyordu ama zihninin bir köşesinde kendini kötü hissetiğinde kaçabileceği o hayallerle dolu odayı bir anlık gerçeği farketme ile yıkmamak için çabalıyordu.
Yaşı büyüdükçe eski görkemini kaybeden o odayı olabildiğince ayakta tutmak için vardı bu anime seyansaları. Ve acı gerçekle son kez yüzleşene kadar devam edecekti.
18 Kasım 2014 Salı
Got7 - Stop It (Lyrics/Türkçe/Yorum)
Got7 şarkılarını sevdiğim ama gurup üyeleri ile bilgi edinmek için vakit harcamadığım guruplardan biri. Şekerler ve süper dans ediyorlar.
Son şarkılarını gördüm ve çevirisini bulamayınca sıvadım kolları. Çeviri yaptım. Hatalarım olabilir. Söylemekten çekinmeyin.
Çeviriden önce şarkı ve klip hakkındaki görüşlerimden bahsedeyim..
Öncelikle bu çocuklar klipleri gereksiz uzatmayı ve anlamsız bırakmayı seviyor. O baş kısmı olmasa da olurmuş yani.. Yada sonu.
Ama bunun dışında klip de kareografi de çok şeker.. Anında nakarat kısmındaki dansı ezberledim *-*)
Dansta en sevdiğim kısım şu nakaratın sonundaki sarılma hareketi.. ıhım ıhım neyse
Şarkı sözleri de gayet hoşuma gitti. Nakarat dile takılıyor ve hoş bir ritmi var. Konusu da hoş.. Tek taraflı bir aşk
Neyse klip ve sözler
Son şarkılarını gördüm ve çevirisini bulamayınca sıvadım kolları. Çeviri yaptım. Hatalarım olabilir. Söylemekten çekinmeyin.
Çeviriden önce şarkı ve klip hakkındaki görüşlerimden bahsedeyim..
Öncelikle bu çocuklar klipleri gereksiz uzatmayı ve anlamsız bırakmayı seviyor. O baş kısmı olmasa da olurmuş yani.. Yada sonu.
Ama bunun dışında klip de kareografi de çok şeker.. Anında nakarat kısmındaki dansı ezberledim *-*)
Dansta en sevdiğim kısım şu nakaratın sonundaki sarılma hareketi.. ıhım ıhım neyse
Şarkı sözleri de gayet hoşuma gitti. Nakarat dile takılıyor ve hoş bir ritmi var. Konusu da hoş.. Tek taraflı bir aşk
Neyse klip ve sözler
Sözler
Hajima haji haji haji hajimma
Niga geureol ttaemada michi geot gata
Nae nuneul bomyeo saljjak useojumyeon
Dallyeogaseo neoreul anabeoril geotman gata
Hajima haji haji haji hajimma
Ni songiri daheumyeon michil geot gata
Malhal ttaemada nae parpul saljjak jaba
Doraseoseo kkwak ana beoril geotman gata
(Hajima)
Gyeou chamgo isseo
Nega ajigeun aniranikka
Syo windou ape dalla buteo
Barabogo inneun aicheoreom goerowohamyeo
(Hajima)
Nuneul gamgo isseo
Neha neomu yeppeo boil ttaemada
Neoneun naega eolmana himdeunji
Aneunji moreuneunji
Hajima haji haji haji hajimma
Niga geureol ttaemada michi geot gata
Nae nuneul bomyeo saljjak useojumyeon
Dallyeogaseo neoreul anabeoril geotman gata
Hajima haji haji haji hajimma
Ni songiri daheumyeon michil geot gata
Malhal ttaemada nae parpul saljjak jaba
Doraseoseo kkwak ana beoril geotman gata
(Hajima)
Youre driving me crazy
(Hajima)
Doe isang mot chameulji molla
(Hajima)
Please stop baby stop it
(Hajima)
Jebal (hajima) jabal hajima
Niga hanbeon haebwa ige hal su inneun irinji
Gomundo ireon gomuni eopdan mariji
Neoneun haebon jeogi eobseunnikka moreujiman
İnnaesimui hangyekkaji maeil dadareuji
An yeppeumeon molla geureoke yeppeuge saenggyeo gatgo
An useumyeon molla
Saenggeulsaenggeul misoro nal gatgo nora
Michigesseo dorabeorigesseo
A maeil mannaneunde charari anbomyeon molla
Hajima haji haji haji hajimma
Niga geureol ttaemada michi geot gata
Nae nuneul bomyeo saljjak useojumyeon
Dallyeogaseo neoreul anabeoril geotman gata
Hajima haji haji haji hajimma
Ni songiri daheumyeon michil geot gata
Malhal ttaemada nae parpul saljjak jaba
Doraseoseo kkwak ana beoril geotman gata
(Hajima)
Jeomjeom mot chamgesseo
Neoneun nareul chingurago hamyeonseo
Nae eokkaee pareul dureugo
Nae paljjanggeol kkigo geroreo michigesseo nan
(Hajima)
Simjangeun ppalli ttwigo
Eolgureun jakku ppalgaejineunde
Amureochi anheun cheok hagi
İjen neomuna himdeureo
Neoneun nae mameul ani moreuni
Namjareul goreul ttae wollae iri sigani geollini
İmanhamyeon aljanha wae yunanhi ireoni
Naega neoui isanghyeonggwa geureoke manhi dareuni
Na jeongmallo ajo gwaenchanhanheun namjaya
I'm a good boy
Taseoge han beonman sewojumyeon mallu po
Neoneun naegen sungnyemunboda sojunghan gukbo
Geureoni gihoereul jwo geuge naegen gajang keun chukbog
(Hajima)
Youre driving me crazy
(Hajima)
Doe isang mot chameulji molla
(Hajima)
Please stop baby stop it
(Hajima)
Jebal (hajima) jabal hajima
Hajima haji haji haji hajimma
Niga geureol ttaemada michi geot gata
Nae nuneul bomyeo saljjak useojumyeon
Dallyeogaseo neoreul anabeoril geotman gata
Hajima haji haji haji hajimma
Ni songiri daheumyeon michil geot gata
Malhal ttaemada nae parpul saljjak jaba
Doraseoseo kkwak ana beoril geotman gata
Türkçe
Yapma, yap-yap-yapma yapma
Ne yaparsan yap beni çıldırtıyor
Bu gülümsemeyle gözlerimin içine baktığında
Tüm cesaretimle sana sarılmak istiyorum
Yapma, yap-yap-yapma yapma
Dokunuşunu hissettiğimde alarm tetikleniyor.
Ne konuşursak konuşalım kolunla hafifçe bana sarılıyorsun.
Etrafında dönüp sana sıkıca sarılmak istiyorum.
Yapma, Kendimi tutuyorum çünkü sen hayır dedin
Vitrinin önündeki bir çocuk gibi
Sahip olamıyorum ama gitmesine de izin veremiyorum.
(yapma) Gözlerimi kapatıyorum
Senin sevimli yüzünü gördüğüm her zaman
İddaya girerim ne kadar çok uğraştığımı asla bilmiyorsun.
Yapma, yap-yap-yapma yapma
Ne yaparsan yap beni çıldırtıyor
Bu gülümsemeyle gözlerimin içine baktığında
Tüm cesaretimle sana sarılmak istiyorum
Yapma, yap-yap-yapma yapma
Dokunuşunu hissettiğimde alarm tetikleniyor.
Ne konuşursak konuşalım kolunla haifçe bana sarılıyorsun.
Etrafında dönüp sana sıkıca sarılmak istiyorum.
(Yapma) Beni çıldırtıyorsun
(Yapma) Daha fazla kaldıramıyorum
(Yapma) Lütfen dur bebeğim kes şunu
(Yapma) Lütfen, lütfen yapma.
Bunu birde sen dene, bakalım dayanabilecek misin
Bu sadece bir işkence, Sabrın çok ötesinde
Bilmiyorsun çünkü hakkında hiç düşünmedin
Her Allahın günü sabrımı sınıyorum
Eğer bu kadar sevimli olmasaydın bunu söylüyor olmazdım
Hoş gülümsemenle
Beni aptala çeviriyorsun
Çıldırıyorum, aklımı kaçırıyorum
Seni her gün görüyorum, görmemeyi tercih ederim
Yapma, yap-yap-yapma yapma
Ne yaparsan yap beni çıldırtıyor
Bu gülümsemeyle gözlerimin içine baktığında
Tüm cesaretimle sana sarılmak istiyorum
Yapma, yap-yap-yapma yapma
Dokunuşunu hissettiğimde alarm tetikleniyor.
Ne konuşursak konuşalım kolunla hafifçe bana sarılıyorsun.
Etrafında dönüp sana sıkıca sarılmak istiyorum.
(Yapma) Beni daha fazla zorlama, yalnızca arkadaşız diyorsun
Sonra kollarını omuzlarıma koyuyorsun, ve kol kola yürüyüp beni çıldırtıyorsun
(Yapma) Kalbim çarpıyor, yüzüm kızarıyor
Soğuk kanlı davranmak zor.
Duygularımı anlıyor musun, bilmiyorum anlar mısın
Adamını seçmek her zaman bu kadar uzun mu sürer
Şimdiye kadar bilmeliydin, bunu neden olağan üstü şekilde yapıyorsun
Senin büyüleyici prensinden çok farklıyım.
Ben iyi bir adamım gerçekten öyleyim.
Ben iyi bir çocuğum.
Sadece vuruş yapmama izin ver, İsabetli bir atış yapacağım.
Benim için sen hazineden daha değerlisin
Eğer bana bir şans verebilseydin bu büyük bir onur olurdu.
(Yapma) Beni çıldırtıyorsun
(Yapma) Daha fazla kaldıramıyorum
(Yapma) Lütfen dur bebeğim kes şunu
(Yapma) Lütfen, lütfen yapma
Yapma, yap-yap-yapma yapma
Ne yaparsan yap beni çıldırtıyor
Bu gülümsemeyle gözlerimin içine baktığında
Tüm cesaretimle sana sarılmak istiyorum
Yapma, yap-yap-yapma yapma
Dokunuşunu hissettiğimde alarm tetikleniyor.
Ne konuşursak konuşalım kolunla haifçe bana sarılıyorsun.
Etrafında dönüp sana sıkıca sarılmak istiyorum.
Yapma..
13 Kasım 2014 Perşembe
"Lan oolum.. ya sana küfrediyorlarsa ?"
Evet uzun süredir kafamda olan bir konuyu daha getirelim gündeme.. 'Anlamını bilmeden şarkı dinlemek'
Hala o tiplerden kaldı mı bilemem ama zamanında yabancı şarkı dinlenlere 'Belki herif sana küfrediyor ne biliyon' diyen bir kesim vardı.
Türk kafası işte.. Anlamayan biri çıkınca karşılarına küfrederler, kendilerinin karşısına anlamadıkları dil konuşan biri çıkınca 'küfür mü ediyor ne diyor bu p**' derler.. (Ever biraz fazla gerçekçi yazıyorum)
Hata geçen bunun bir konuşması oldu. Korelilere küfrederim ben anlamıyorlar ne de olsa diyen bir şahsiyet vardı.. Dedim 'Asıl onlar küfretse sen anlamazsın.. Adamlar o kadar şirin konuşuyor ki'
Neyse konumuza geri dönelim... Nasıl bir zihniyet sana şarkı söylerken küfreder ? 'bunu dinleyenin ta..' diye başlayıp gider ?
Hadi diyelim 'Ne de olsa anlamıyorlar' kafasıyla yazdı.. Sana mı yazıyor şarkıyı ? Kendi dilini anlayan tiplere yazıyor.. Ha baktın bunlar dalmamış adama.. sen neden küfür ettiğini düşünüyorsun ?
Ama bazı durumlar da var tabi..
Örneğin 'Anlamını bilmediğin şarkıyı söyleme'
Bazen insan anlamını bilmeden ezberleyip eşlik ediyor da adamlar müslüman değil.. Şimdi seni dinden çıkaracak bir söz söylese gitti hiç yoktan.. (hoş niyet önemlidir de 'neyse biz eşşeği sağlam kazıya bağlayalım da' diyorum) Yada başka bir şey.
Mesela.. Benim en sevdiğim şarkılardan biri CNBLUE- Let's Go Crazy.
Şarkıyı çok sever ve dinlerim. Dinlerken de eşlik ederim.
Ama bir kısım var şarkıda.
I'll be damned if i do, I'll be damned if i don't do too..
Anlamı yaparsam da yapmazsam da lanetlenmiş olacağım. Bazı insanlar bunu kendine lanet okuma olarak düşünebilir. 'Yaparsam da yapmazsam da bana lanet olsun' der gibi gelebilir. Bu tarz insanların en azından eşlik etmeden önce anlamını bilmesi gerekir şarkının..
Bunu bırakalım bir kenara.
Yine çok sevdiğim başka bir şarkı İris ost si BigBang - Hallelujah
Zaten şarkı adı belli. Hristiyanların şükür kelimesi. Bunda bir tuahflık görmüyorlar çünkü adamlar hristiyan. Özellikle TaeYang.
Peki sen hiç 'Allahıma şükür' diyen bir hristiyan gördün mü ?
Ben şarkıyı severim yine de.. Ve o kısmı söylerken.. 'hım hım hım hımh i'm falling falling falling~' diye söylüyorum.
Ama siz bunları sorun etmez, söylersiniz belki de hristiyansınız dır ben karışmam oraya (Herkes istediğine inanır burada bir ayrımcılık yok yanlış anlaşılma olmasın. Çoğunluk üzerine konuşuyorum.)
Hadi bunu da atladık diyelim.. Takıldım takıldım Bobby nin şarkılarına takıldım.
Adam basitçe 'ellerini havaya kaldırın' diyecek.. Yavrucum sen neden anneleri işin içine karıştırıyorsun ? Hadi yarışma onlar koreli falan laf eden yok.. Burda o eller kalkar bir güzelde sana iner. Yapma bak çok gençsin. (Dakika 2:20)
Kısacası.. Haklılarmış O.o
Hala o tiplerden kaldı mı bilemem ama zamanında yabancı şarkı dinlenlere 'Belki herif sana küfrediyor ne biliyon' diyen bir kesim vardı.
Türk kafası işte.. Anlamayan biri çıkınca karşılarına küfrederler, kendilerinin karşısına anlamadıkları dil konuşan biri çıkınca 'küfür mü ediyor ne diyor bu p**' derler.. (Ever biraz fazla gerçekçi yazıyorum)
Hata geçen bunun bir konuşması oldu. Korelilere küfrederim ben anlamıyorlar ne de olsa diyen bir şahsiyet vardı.. Dedim 'Asıl onlar küfretse sen anlamazsın.. Adamlar o kadar şirin konuşuyor ki'
Neyse konumuza geri dönelim... Nasıl bir zihniyet sana şarkı söylerken küfreder ? 'bunu dinleyenin ta..' diye başlayıp gider ?
Hadi diyelim 'Ne de olsa anlamıyorlar' kafasıyla yazdı.. Sana mı yazıyor şarkıyı ? Kendi dilini anlayan tiplere yazıyor.. Ha baktın bunlar dalmamış adama.. sen neden küfür ettiğini düşünüyorsun ?
Ama bazı durumlar da var tabi..
Örneğin 'Anlamını bilmediğin şarkıyı söyleme'
Bazen insan anlamını bilmeden ezberleyip eşlik ediyor da adamlar müslüman değil.. Şimdi seni dinden çıkaracak bir söz söylese gitti hiç yoktan.. (hoş niyet önemlidir de 'neyse biz eşşeği sağlam kazıya bağlayalım da' diyorum) Yada başka bir şey.
Mesela.. Benim en sevdiğim şarkılardan biri CNBLUE- Let's Go Crazy.
Şarkıyı çok sever ve dinlerim. Dinlerken de eşlik ederim.
Ama bir kısım var şarkıda.
I'll be damned if i do, I'll be damned if i don't do too..
Anlamı yaparsam da yapmazsam da lanetlenmiş olacağım. Bazı insanlar bunu kendine lanet okuma olarak düşünebilir. 'Yaparsam da yapmazsam da bana lanet olsun' der gibi gelebilir. Bu tarz insanların en azından eşlik etmeden önce anlamını bilmesi gerekir şarkının..
Bunu bırakalım bir kenara.
Yine çok sevdiğim başka bir şarkı İris ost si BigBang - Hallelujah
Zaten şarkı adı belli. Hristiyanların şükür kelimesi. Bunda bir tuahflık görmüyorlar çünkü adamlar hristiyan. Özellikle TaeYang.
Peki sen hiç 'Allahıma şükür' diyen bir hristiyan gördün mü ?
Ben şarkıyı severim yine de.. Ve o kısmı söylerken.. 'hım hım hım hımh i'm falling falling falling~' diye söylüyorum.
Ama siz bunları sorun etmez, söylersiniz belki de hristiyansınız dır ben karışmam oraya (Herkes istediğine inanır burada bir ayrımcılık yok yanlış anlaşılma olmasın. Çoğunluk üzerine konuşuyorum.)
Hadi bunu da atladık diyelim.. Takıldım takıldım Bobby nin şarkılarına takıldım.
Adam basitçe 'ellerini havaya kaldırın' diyecek.. Yavrucum sen neden anneleri işin içine karıştırıyorsun ? Hadi yarışma onlar koreli falan laf eden yok.. Burda o eller kalkar bir güzelde sana iner. Yapma bak çok gençsin. (Dakika 2:20)
Kısacası.. Haklılarmış O.o
11 Kasım 2014 Salı
Starry Night (Bölüm 32 - Weekly İdol)
Jong-Hyun, Woo-Bin ile ayrıldıktan sonra bisikletine bindi ve tıpkı rüyasındaki gibi kulaklıklarını takarak Han nehri kenarına gitti. Rüyasının aksine hava gerçekten soğuktu. Ceketinin fermuarını sonuna kadar çekti ve devam etti.
Bir yandan da son günlerde olanları düşünüyor, bir cevap arıyordu.
Gezisi işe yaramış, Jong Hyun un bir şeylerin farkına varmasını sağlamıştı.
Aşık insanların sürekli aşık oldukları kişiyi düşündüklerini sanırdı hep.
Jong Hyun sürekli Yıldızı düşünüyordu. Ama bunun sebebi aşk değildi. Hoşlanmak belki ama bir insan bu kadar kısa sürede aşık olamazdı.
Yıldızı sürekli düşünme sebebi o cadının sürekli karşısına çıkmasıydı. Her gün !
Cuma yemek yemişlerdi. Cumartesi avm de tuhaf bir kovalama yaşanmıştı. Pazar telefonunu geri vermişti. Pazartesi yurda geri dönerken kısa bir an kafede oturduğunu görmüştü. Salı çekimlerde karşısına çıkmıştı.
Şimdi ise çarşambaydı. Ve Jong Hyun Yıldızın bir anda karşısına çıkmasından korkuyordu.
Bu kadar tesadüf olabilir miydi?
Sırf bu yüzden Yıldızın takıntılı olduğunu düşünmüştü.
En azından ona takıntılı olmadığından emindi. Hatta nefret ediyor dahi olabilirdi.
Peki neden gurup içinde bunları düşünen tek kişi Jong Hyun du ?!
"Lanet olsun !" Jong Hyun durup şapkasını çıkardı ve düşüncelerinden kurtulabilecekmiş gibi saçını karıştırdı.
"Uppaaağ !!"
İki liseli kızın çığlığı Jong Hyun u gerçek dünyaya getirmişti. Sahi bu kızlardan bu ses nasıl çıkıyordu ?
Jong Hyun, ellerindeki telefonların dahi CNBLUE yazılarıyla kaplı olan kızlara gülümsedi ve kafasıyla selam verdi. Bu sefer kızlardan daha tiz sesler gelmişti.
Artık gitme vaktiydi. Yoksa kısa sürede ufak bir kalabalık toplanabilirdi etrafına.
İşte Jonh Hyun böyle biriydi. Sadece gülümsemesiyle bile kızlar sesini kaybedecek kadar yüksek sesle bağırıyordu. Ama o sadece bir haftadır tanıdığı bir kızı düşünüp duruyordu.
Aslında tanımıyordu da. Yıldız hakkında bildikleri Türkiye'den geldiği Jong Hyun nefret ettiği ve adının Yıldız olduğuydu. Birde zor uyandığı...
Soyadını dahi öğrenmemişti. Yada belki Yıldız soyadıydı... Türklerin isimleri nasıl kullandıklarını bile bilmiyordu ki.
***
Yıldız yarım saat kadar bahçede sessizce oturmuştu. İnsana huzur veren hoş bir bahçeydi ama Yıldız bunu düşünmüyordu.
Aslında kafası boş gibiydi. Bir şey düşünüyorsa da kendinin dahi haberi olmadan gerçekleşiyordu bu eylem. Tuhaf bir histi ve Mete'nin elinde iki fincanla gelmesiyle bozulmuştu.
"Komik bir kazaydı ha ?" demişti Mete Yıldızı sakinleştireceğini umduğu alaycı bir ses tonuyla. "Bu arada fotoğrafı da sildim."
Fincanlardan birini Yıldıza uzattı ve kahvesinden bir yudum aldı. Ayakta kalmayı tercih etmişti.
"Teşekkürler."
"Ne o Yoksa inanmıyor musun ?" diye devam etti Mete Yıldızı gülümsetme çabalarına. "İstersen al bak."
"Telefonunu kontrol edecek kadar güvensiz olsam bilgisayara bir kopya attığını da düşünebilirdim."
"Ah doğru ya." Mete çocuksu bir tavırla kafasına vurdu. "Kesinlikle öyle yapmalıydım."
Yıldız bir şey söylemeden ters ters Meteye baktı.
"Tamam sustum.. Iıı.. İstersen kahven bittikten sonra seni eve bırakabilirim."
"Gerek yok.. Kendim giderim. Uğramam gereken bir iki yer var zaten."
Mete Yıldızın yalan söylediğinin farkındaydı. Onu yalan söylediğini anlayacak kadar iyi tanıyordu. Ve neden söylediğini fark edecek kadar... Acaba Yıldız da onu bu kadar iyi tanıyor muydu ?
"Pekala." dedi Mete Yıldızın ona uzattığı boş fincanı alırken. "Sanırım kalkıyorsun." Belli ki Yıldız onunla aynı arabada gidemeyecek kadar utanmıştı.
Bu iyi bir şey miydi ? Yıldız ona bir kız arkadaşıymış gibi davranmıyordu en azından...
***
Yıldız evden çıktığında tekrar nefes alabiliyormuş gibi hissetti. Olanların Meteyi rahatsız etmesinden korkuyordu. Arkadaşlıklarının bozulmaması için dua ederken, hızlı adımlarla evden uzaklaştı.
Bir süre sonra adımları daha da hızlandı...
Nedenini bilmeden koşmaya başlamıştı.
Kaldırımda aksi yönde giden bir adama çarptı omuzuyla.
Adam güneş gözlüğünü düşürmüştü.
"Hey! Dikkat etsene!" diye bağırırken, Yıldız kısa bir an yavaşlayıp arkasını dönmeden yanıt verdi.
"Afedersiniz. Üzgünüm, acelem var."
Aslında yalan söylüyordu. Sadece durmak istememişti...
Tam bir hafta önce aynı böyle Jong Hyun ona çarpmıştı. O andan itibaren Yıldızın hayatı bir anda değişmeye başlamıştı. Bu o kayan Yıldızın etkisi miydi ?
Bilmiyordu. Sadece koşmak istiyordu. Bu duygudan kurtulmak.. Bir an için tüm haftayı unutmak.
Kurtulmaya çalıştığı düşüncelere boğulup eve kadar koştu. Sonunda kendini yatağa attığında hiç bir şey düşünemeyecek kadar yorulmuştu. Ve öylece uyuya kaldı.
Uyandığında hava kararmıştı. Yıldız kendini daha rahat hissediyordu.
Salona bağlı mutfağına gidip karnını doyuracak bir şeyler aldı. Bir kase pirinç ve bir tencere ramen.
Yatağına güzelce yerleşti ve bir yandan tıkınırken kumandaya uzanıp televizyonu açtı.
Stüdyoda çekilmiş bir iki dandik kore dramasına denk geldi. Şu uzun bölümlü olanlardan. Sonunda entirikaları kaldıramadı ve tekrar kumandayı aldı eline. Kanalları değiştirirken Weekly İdol ın tekrar bölümlerinden biri gözüne takıldı ve geri döndü.. Yong Hwa yı gördüğünü sanmıştı.
Doğruydu. Televizyonda CNBLUE' nun konuk olduğu bölüm yayınlanıyordu.
Hem meraktan hem izleyecek bir şey bulamadığından dolayı izlemeye karar verdi Yıldız.
Kanalı açtığı ilk anda Yong Hwa ve Min Hyukun havada oturmaya çalıştığını ve diğer üyelerle birlikte tuhaf hareketler yaptığını gördü. Daha sonra bunun biraz et için yaptıkları bir yarış olduğunu fark etti. Ve Yong Hwa nın kaybettikten sonra Jung Shin e sataşıp onun da kaybetmesine neden olduğunu görünce güldüğü için vicdan azabı çekti. Zavallı Jung Shin..
Ve ardından Min Hyuk geldi. Yong Hwa nın ihaneti ile kazanan Jong Hyun tuhaf bir şekilde seviniyordu. Yıldız bir kez daha Jong Hyun un kötü biri olduğunu düşündü.
"Demek ekran karşısında da saklamıyor."
Yıldız, Jong Hyun a olan ön yargısıyla programı izlemeye devam ediyordu. Ağzını biraz ramenle doldurduğu sırada üyelerin birden Yong Hwa ile sunucunun arkasını kontrol ettiğini gördü ve öksürürken ağzındaki ramenin çoğunu çiğnemeden yuttu.
Daha önce üyelerin bu kadar 'yakın' olduğunu hiç düşünmemişti.
Sonunda program bitti. Ve sonraki bölümün ufak bir fragmanı verildi.. Yıldız meraklanmıştı. Önce boşverdi ama sonra kendini bilgisayar başında buldu. Koreye gelmeden önce dizileri izlediği forumun adını hatırlamaya çalışarak internete girdi..
"Buldum! Yeppudaa.. Şimdiii.. Nerede bu programın devamı ?"
9 Kasım 2014 Pazar
Ve Dizkolik Amacına Ulaşır !!
Bilen bilir bir süredir renkli üye olmak isteyen, hareketli avatarlara ağız suyu akıtan biriyim. Biriydim !
Uzun süreli isteyin ve azıcık, çok azıcık azmin ardından benim de rengim ve hareketli avatarım var ^^ Ve evet her beni mutlu eden olayda bu resmi kullanacağım.
Buraya ulaşmamın acınası bir süreci oldu
Bir süre önce ilk olarak manga ekibine başvurmuştum... Kabul edebileceklerini, ama önce deneme için bir one shot çevirmemi istediler.
Bende aldım mangayı çevirmeye başladım.. Derken bazı önemli kişisel sorunlar çıktı ve ben ay geçmesine rağmen sadece 4-5 sayfa çevirilmiş şekilde bırakmış mangaya öylece boş boş baktım... Zaten versem de mangayı tamamlayıp, öyle geç kabul ederle rmiydi ki beni ?
Özür dileyerek bunu yapamayacağımı söyleyip vazgeçtim bu çeviri sevdasından..
Bu olaydan önce mi sonra mı olduğunu hatırlamadığım birde CNBlue çeviri isteğim oldu. Çevirmen aranıyor deyince hemen atlamış ve bir çeviri almıştım.. İlk çevirime göre gayet iyi olduğunu söylediler ve bende konu açtım. Okundu tebrikler falan... Derken bir de baktım ikinci çeviri gelmiyor.. Ya beni unuttular, ya zaten kendilerine yetecek kadar çeviri var yada benim çevirim sandığımdan kötüydü.. Sanrım sonuncusu. Neyse o da öylece havada kaldı.
En son denemem ise bayanlara özel forum sorumlusu olmaktı. Aranıyor yazmışlar ve bende bir yöneticiden alıntı diğerinden etiket ile bu göreve talip olduğumu yazdım..
Aradan 4 gün geçti ses yok..
Daha sonra biraz daha.. Dedim herhalde girmiyor yöneticiler bu kadar sık. Sonra konuştuğum bir arkadaşın bayanlara özel bölüm sorumlusu olduğunu görmemle yıkıldım..
Ciddi ciddi kırılmış, duygulanmıştım. 'Neden sevenim yok' dedim. Bende her gördüğüm hatalı konuyu söylüyordum.. Elimden geldiğince yardım edip kurallara uyuyordum. Hatta çok uzun süreyi yeppudaa da geçiriyordum. Neden benim seçilemiyordum ki ?
Haha meğer yöneticiler görmemiş mesajımı.. Oysa bazılarına başvuru olmadan görevler bile verilirken bu olay beni gerçekten üzmüştü.
'Neden uğraşıyorum ki?' dedim. Neden yeppudaa da bu kadar vakit geçiriyordum ? Hemde benden sonra gelen, bilmem ne kadar da bir siteye giren üyeler gözümün önünde birer birer renklenirken..
Bu istek olayı değildi. Biraz komplekse dönüşmeye başlamıştı. Bunca üye birşeyler için yeterli de ben mi değilim ? Zaten kazancım olmayacak.. hatta belki de zamanımı alacak bir şeyler için gönüllü olurken, bu görevlere layık görülmüyor muydum ? Yeteneğim yok muydu yöneticik veya sorumluluk konusunda ?
İşte böyle saçmalıyordum. Sonunda pembe rengi ve düşük seviyeli gifi ile Yeppudaa dergi ekibinde editörlük aldım.. Artık huzur bulabilir ruhum :D
3 Kasım 2014 Pazartesi
Starry Night (Bölüm - 31 Manga Sahneleri)
Mika'nın morali Dilara'nın rüyasını duyduğundan beri bozuktu.
Dilara ona Min demişti. O Min kendisinin hayran olduğu Min Hyuk tu. Daha önceki gün karşılaştığı ve konuştuğu Min Hyuk!
Bu sabaha kadar bunları yaşadığı için kendini özel hissediyordu. Ama Dilaranın da onların fanı olduğunu öğrendiğinde ne kadar çok hayranları olduğunun bir kez daha farkına varmıştı.
Yıldız bunlardan biri olmasa da taa türkiyede bile onları seven güzel kızlar..
Mika ise sıradan bir japondu !
Kendini depresyona girmiş gibi hissetti. Belki de girmişti.
Her morali bozulduğunda yaptığı gibi bir anime açtı. Rahat yatağına yerleşip yastına sarıldı ve saatlerce sürecek anime maratonuna başladı.
Mika her depresyona girdiğinde bunu yapardı. Bazen günlerce sadece tuvalete gitmek veya ramen için su kaynatmak dışında yerinden kalkmadan anime izlerdi. Ve maratonun sonunda resetlenmiş olurdu.
Yıldız bunu ilk gördüğünde Mika için gerçekten endişelenmişti. Ama bir iki seferin ardından böyle zamanlarda ona dokunmadan resetlenmesine izin vermenin daha iyi olduğunu farketti.
Bunun Mika için Jeremy'nin otobüsü gibi olduğunu düşünmüştü. O otobüste ağladığı sürece sevimli sincap olarak hayatına devam edebilirdi. Mika ise böyle yaparak.
Ama ne yazıkki Mika için bir saat yeterli olmuyordu hiç bir zaman.
***
Yıldız çizim eşyalarını çantasına doldurdu ve evden çıktı.
Son zamanlarda olan olaylar onu çok meşgul etmişti. Bu yüzden işleri aksamış, yeni bölümün taslağını dahi tamamlayamamıştı.
Aynı konu yüzünden bir hafta içinde 3.kez editörden azar işitiyordu.
Sonunda 'bu evde olmayacak' dedi ve bir kafaye gidip etraftaki insanlardan ilham almaya karar verdi.
Kafeye geldiğinde her zaman oturduğu cam kenarındaki yerine geçti ve sıcak çikolata spariş etti.
Siparişini getiren garson gözlüklü ve şirindi. Gülümseyince gözleri Min Hyuk'unkiler gibi kısılıyordu.
Gözlük ayrıntısı Yıldızın ilgisini çekti ve yeni karakterine eklemek için bir kenara not aldı.
Garson uzaklaştığında ayaklarını karşıdaki sandalyenin üzerine koyarak yayıldı ve mp3'ünden diğer insanların konuşmalarını bloke edecek bir şarkı açtı. *~T.O.P - As İf Nothing's Wrong~
Cafenin dışında bisikletini kilitleyen bir çocuk gördüğünde, genç kızın kafasında şu klasik manga sahnesi canlandı.
Çocuk önde bisikleti sürer, kız arkadan ona tutunur. Çocuk hızlanır ve kız korku ile ona sımsıkı sarılır...
Yazmak için çok klişeydi ama Yıldız bir kez olsun bu sahneyi yaşamak istiyordu.
Düşüncelere dalmış Yıldızın gözüne bu sefer de bir tokaya bakıp sonra geri bırakan bir genç kız takıldı. Başka bir klişe daha..
Kız bir şey beğenir ama almaz.. Ardından çocuk gelip onu satın alırdı..
"Benim için bunu yapan tek kişi babam." diye mırıldandı .
Shoujo manhwa yazmak bu yüzden zordu. Hiç yaşamadığın, hatta belki yaşamayacağın duygulara kapılıp yazar, sonra gerçek hayata dönmeye zorlanırdın.
Aman ne eğlenceli..
Yıldız düşüncelere dalmışken kağıdın kenarına bir şeyler karalamıştı. Mp3 teki şarkı durmuş ve kafede çalan şarkının sözlerini dinlerken yarı bilinçsiz yazmaya başlamıştı. *Like a child Just like heaven neol usge mandeul mellodi
Dinlediği şarkının çoktan bittiğini fark eden Yıldız başka bir şarkı açmak için uzandığında telefonu çalmaya başladı.
Arayan Meteydi.
Her zaman olduğu gibi kulaklığıyla konuşmayı reddeden Yıldız, kulaklığı telefondan çıkarıp çağrıyı cevapladı.
"Alo."
"İyi günler prenses! Bu gün nasılsın ? Ayağın iyi mi ?"
Mete her zamanki canlılığıyla Yıldızı gülümsetmişti.
"Ayağım iyi ama ilham perim yaralı."
"Bu üzücü.. Neden bana gelmiyorsun ? Sana ilham vereceğine inandığım bir şey var burada."
Yıldız tereddütte kaldı. İşleri vardı.. ama kağıt hala boştu. 'Ne kaybederimki ?' düşüncesi ile "Süper olur." diye yanıt verdi.
"Tamam, evde misin ? Seni almaya geleyim. Kaybolma."
"Hayır, dün kahve içtiğimiz yerdeyim. Hem merak etme ben senin gibi şapşal değilim. Kaybolmam."
"Hey! Ben şapşal değilim... Tamam, belki daha dün kaybolmuş olabilirim ama.."
Yıldızın kahkahası ile Mete cümlesini yarım bıraktı.
"Şapşalsın işte.. Ve senin bu yönünü çok seviyorum... Ihım yani madem sen geleceksin acele et. Çok bekletme beni."
Mete gülümsemiş ve başka birşey söylemeden telefonu kapatmıştı.
Genç adam çok geçmeden kafaye vardı. Sabah erkenden satın aldığı yeni navigasyonu saolsun..
Yıldızı gördüğünde ona seslenmeden hemen önce Telefonunu çıkartıp bir fotoğrafını çekti. Sandalyelerin üzerinde yayılmış halde nasıl durduğunu görünce Yıldızın da güleceğine emindi.
Telefonunu tekrar cebine koyduktan sonra masanın yanına gidip Yıdıza şirin şirin gülümsedi.
"Hadi gidelim."
Yıldız toparlanıp ayağa kalktığında Mete çantasını aldı ve onun için arabaya kadar taşıyı ardından arka koltuğa koydu.
Şoför koltuğuna geçtiğinde Yıldız çoktan yanındaki koltuğa yerleşmişti.
Mete yol boyunca önceki gün başından geçenlerden, sabahın kötünde navigasyon almasından ve yeni kore hattından bahsetti. Yıldız sa onu dinleyip sadece güldü.
İlham verecek şeyin ne olduğunu sorduğunda ise hep 'sürpriz' cevabını aldı.
Uzun bir yolculuğun sonunda eve geldiklerinde Yıldız ağazı açık bir şekilde babaka kalmıştı.
Metenin zengin olduğunu zaten biliyordu ama belli ki görüşmedikleri süre içerisinde daha da zenginleşmişti.
"Ben onun yerinde olsam şimdiye emekli olmuştum."
Mete arabayı park edip geldiğinde Yıldızın kendi kendine konuştuğunu duymuştu.
"Ne konuşuyorsun bakalım ?"
"Hiç sadece hayran olunacak bir azmin olduğunu."
Mete göz kırptı.
"Beni bilirsin. İstediğim her şeyi alırım."
'Evet' diye düşündü Yıldız. 'Sen çalışır ve istediğin her şeyi alırsın... Bense maddi durumu iyi ailemi bırakıp hayallerimin peşinden koştuğumda elimdeki tek şey iki odalı kiralık bir daire olur. Yaşasın aile mirasına kalmış umutsuz genç kızlar ve çok fazla mirası olmasına rağmen ondan daha fazlasını kazanan çocukluk arkadaşları.'
Yılıdız kendi ve Mete arasındaki uçurum yüzünden hayal kırıklığına uğrarken evin salonuna girmişlerdi bile.
Köşede duran büyük bir kitaplık vardı. Bazı rafları üzerinde 'kitap' yazan koliler ile doluydu. Anlaşılan daha tam yerleşmemişti.
Cam kenarında oranın okuma köşesi olarak tasarlandığını belli eden bir okuma lambası ve rahat görünen tek kişilik koltuk vardı.
Odanın diğer ucunda ise çok şık bir köşe koltuğu da bulunan mobilya takımı ve dev ekran bir televizyon... Gerçekten büyük bir salondu. Yıldızın evinin toplamından bile büyük..
Yıldız biraz hayranlık biraz kıskançlıkla etrafa bakmaya devam ederken Mete ıslık çaldı.
Üst kattan buz mavisi gözleri ve siyah beyaz tüyleriyle bir sibirya kurdu koşarak salona inmişti.
"İşte sana ilham verecek kahraman. Tanıştırayım adı Usui."
Yıldızın gözleri dolmuştu.
"Ama.. Sen.. Nasıl?"
"Tamamen tesadüf. Buraya geldiğim sıralarda bu arkadaşın sahibi ölmüş ve yeni birini bulana kadar bir veterinerde misafir olmuş. Ama tabi mutlu değilmiş. Kaçmış ve arabayla giderken önüme fırladı. Son anda fren yaptım. Tasmasındaki numarayı aradığımda sahip arandığını öğrendim ve 'neden olmasın' dedim. Sonra da aklıma sen geldin. Hep istediğin köpek, hep istediğin isim. Fena olmamış değil mi ?"
Mete'nin yumuşak bir gülümsemesi vardı bunları anlatırken. Yıldızı sevdirmenin gururunu yaşıyordu biraz da.
Yıldız sa sadece gülümsedi ve yaşlı gözleriyle bulak gördüğü köpeğin yanına çökerek onu sevmeye başladı. 'Mete bunu nasıl hatırladı' diye düşünüyordu.
Çünkü Yıldız sadece bir kere köpek istediğini ve ona en sevdiği anime karakterinin adını vereceğini söylemişti.
Farklı bir zamanda sadece bir kere sibirya kurtlarını sevdiğinden bahsetmişti.
Ve yine farklı bir zamanda 'BİR KERE' Kaichou wa maid sama'dan Usui nin favori karakteri olduğunu anlatmıştı.
Ve Mete bunları hatırlaması yetmezmiş gibi birde birleştirip bir şekilde gerçekleştirmişti. Gerçekten iyi bir 'Dost'.
Yıldız bir süre köpeği sevdi. -Gerçekten ilham vermişti- ardından oturup Mete ile konuşmaya başladı.
Mete başından geçenleri anlattı. Sonra Yıldız...
Mete ona bildiği restoran iyi restoran ve kafeleri sordu. Konu kafelerden açıldığında aklına çektiği resim gelmişti.
"Bak sana ne göstereceğim." dedi ve telefonunu Yıldıza doğru tuttu.
Yıldız fotoğrafın ne olduğunu anlar anlamaz telefonu yakalamak için bir hamle yaptı.
"Hey yavaş ol!"
"Sil şu resmi Mete. Çok utanç verici."
"Hayır silmem. Hem uzun süre öyle oturdun. Zaten rezil olacağın kadar olmuşsundur. Bu bende kalacak."
Yıldız oturduğu yerden kalktı. "Ciddiyim Mete ver şu telefonu."
Mete muzip bir şekilde gülümsedi.
"Olmaz. Böyle bir resme ihtiyacım vardı. Bakıp gülebileceğim bir resim."
Yıldız Meteye doğru yürü. Mete hala aynı şekilde köşe koltukta oturuyordu.
Yıldız telefona uzandığında Mete telefonu kendine doğru çekti. Yıldızın gözü hala telefondaydı.
Tekrar bir hamle yaptığında telefonu tutmayı başarmıştı ama Mete refleksle kolunu geri çekti.
Telefonu sıkı tutmuş olan Yıldız birden dengesini kaybetti ve düştü.
Mete'nin ayağının biri hala yerdeydi. Diğeri ise koltuğun üstünde.
Sağ kolu telefonu uzaklaştırmak istediği için yukarıda kalmıştı ve sol eli refleks olarak onu korumak için Yıldızın kolunu kavramıştı. Yıldız sa öylece Mete'nin üstündeydi. Yüzleri birbirine çok yakın bir şekilde..
O an eve biri girse asla açıklama yapamazlardı.
Yıldız kıpkırmızı oldu. Kalp atışları hızlanmıştı ve nefesini tutmuştu. Yüzünden ateş çıkıyormuş gibi hissediyordu.
Birden kalkıp "Ben.. su içmeliyim." dedi ve bahçeye doğru yöneldi. Bir cümle için fazlasıyla kekelemişti.
Yıldız giderken Mete mutfağın orada olmadığını söyleyemedi. Çünkü hala şaşkın bir şekilde koltukta yatıyordu. Onun da yüzü kırmızıydı.
Az önce ne olmuştu öyle ?!
Dilara ona Min demişti. O Min kendisinin hayran olduğu Min Hyuk tu. Daha önceki gün karşılaştığı ve konuştuğu Min Hyuk!
Bu sabaha kadar bunları yaşadığı için kendini özel hissediyordu. Ama Dilaranın da onların fanı olduğunu öğrendiğinde ne kadar çok hayranları olduğunun bir kez daha farkına varmıştı.
Yıldız bunlardan biri olmasa da taa türkiyede bile onları seven güzel kızlar..
Mika ise sıradan bir japondu !
Kendini depresyona girmiş gibi hissetti. Belki de girmişti.
Her morali bozulduğunda yaptığı gibi bir anime açtı. Rahat yatağına yerleşip yastına sarıldı ve saatlerce sürecek anime maratonuna başladı.
Mika her depresyona girdiğinde bunu yapardı. Bazen günlerce sadece tuvalete gitmek veya ramen için su kaynatmak dışında yerinden kalkmadan anime izlerdi. Ve maratonun sonunda resetlenmiş olurdu.
Yıldız bunu ilk gördüğünde Mika için gerçekten endişelenmişti. Ama bir iki seferin ardından böyle zamanlarda ona dokunmadan resetlenmesine izin vermenin daha iyi olduğunu farketti.
Bunun Mika için Jeremy'nin otobüsü gibi olduğunu düşünmüştü. O otobüste ağladığı sürece sevimli sincap olarak hayatına devam edebilirdi. Mika ise böyle yaparak.
Ama ne yazıkki Mika için bir saat yeterli olmuyordu hiç bir zaman.
***
Yıldız çizim eşyalarını çantasına doldurdu ve evden çıktı.
Son zamanlarda olan olaylar onu çok meşgul etmişti. Bu yüzden işleri aksamış, yeni bölümün taslağını dahi tamamlayamamıştı.
Aynı konu yüzünden bir hafta içinde 3.kez editörden azar işitiyordu.
Sonunda 'bu evde olmayacak' dedi ve bir kafaye gidip etraftaki insanlardan ilham almaya karar verdi.
Kafeye geldiğinde her zaman oturduğu cam kenarındaki yerine geçti ve sıcak çikolata spariş etti.
Siparişini getiren garson gözlüklü ve şirindi. Gülümseyince gözleri Min Hyuk'unkiler gibi kısılıyordu.
Gözlük ayrıntısı Yıldızın ilgisini çekti ve yeni karakterine eklemek için bir kenara not aldı.
Garson uzaklaştığında ayaklarını karşıdaki sandalyenin üzerine koyarak yayıldı ve mp3'ünden diğer insanların konuşmalarını bloke edecek bir şarkı açtı. *~T.O.P - As İf Nothing's Wrong~
Cafenin dışında bisikletini kilitleyen bir çocuk gördüğünde, genç kızın kafasında şu klasik manga sahnesi canlandı.
Çocuk önde bisikleti sürer, kız arkadan ona tutunur. Çocuk hızlanır ve kız korku ile ona sımsıkı sarılır...
Yazmak için çok klişeydi ama Yıldız bir kez olsun bu sahneyi yaşamak istiyordu.
Düşüncelere dalmış Yıldızın gözüne bu sefer de bir tokaya bakıp sonra geri bırakan bir genç kız takıldı. Başka bir klişe daha..
Kız bir şey beğenir ama almaz.. Ardından çocuk gelip onu satın alırdı..
"Benim için bunu yapan tek kişi babam." diye mırıldandı .
Shoujo manhwa yazmak bu yüzden zordu. Hiç yaşamadığın, hatta belki yaşamayacağın duygulara kapılıp yazar, sonra gerçek hayata dönmeye zorlanırdın.
Aman ne eğlenceli..
Yıldız düşüncelere dalmışken kağıdın kenarına bir şeyler karalamıştı. Mp3 teki şarkı durmuş ve kafede çalan şarkının sözlerini dinlerken yarı bilinçsiz yazmaya başlamıştı. *Like a child Just like heaven neol usge mandeul mellodi
Dinlediği şarkının çoktan bittiğini fark eden Yıldız başka bir şarkı açmak için uzandığında telefonu çalmaya başladı.
Arayan Meteydi.
Her zaman olduğu gibi kulaklığıyla konuşmayı reddeden Yıldız, kulaklığı telefondan çıkarıp çağrıyı cevapladı.
"Alo."
"İyi günler prenses! Bu gün nasılsın ? Ayağın iyi mi ?"
Mete her zamanki canlılığıyla Yıldızı gülümsetmişti.
"Ayağım iyi ama ilham perim yaralı."
"Bu üzücü.. Neden bana gelmiyorsun ? Sana ilham vereceğine inandığım bir şey var burada."
Yıldız tereddütte kaldı. İşleri vardı.. ama kağıt hala boştu. 'Ne kaybederimki ?' düşüncesi ile "Süper olur." diye yanıt verdi.
"Tamam, evde misin ? Seni almaya geleyim. Kaybolma."
"Hayır, dün kahve içtiğimiz yerdeyim. Hem merak etme ben senin gibi şapşal değilim. Kaybolmam."
"Hey! Ben şapşal değilim... Tamam, belki daha dün kaybolmuş olabilirim ama.."
Yıldızın kahkahası ile Mete cümlesini yarım bıraktı.
"Şapşalsın işte.. Ve senin bu yönünü çok seviyorum... Ihım yani madem sen geleceksin acele et. Çok bekletme beni."
Mete gülümsemiş ve başka birşey söylemeden telefonu kapatmıştı.
Genç adam çok geçmeden kafaye vardı. Sabah erkenden satın aldığı yeni navigasyonu saolsun..
Yıldızı gördüğünde ona seslenmeden hemen önce Telefonunu çıkartıp bir fotoğrafını çekti. Sandalyelerin üzerinde yayılmış halde nasıl durduğunu görünce Yıldızın da güleceğine emindi.
Telefonunu tekrar cebine koyduktan sonra masanın yanına gidip Yıdıza şirin şirin gülümsedi.
"Hadi gidelim."
Yıldız toparlanıp ayağa kalktığında Mete çantasını aldı ve onun için arabaya kadar taşıyı ardından arka koltuğa koydu.
Şoför koltuğuna geçtiğinde Yıldız çoktan yanındaki koltuğa yerleşmişti.
Mete yol boyunca önceki gün başından geçenlerden, sabahın kötünde navigasyon almasından ve yeni kore hattından bahsetti. Yıldız sa onu dinleyip sadece güldü.
İlham verecek şeyin ne olduğunu sorduğunda ise hep 'sürpriz' cevabını aldı.
Uzun bir yolculuğun sonunda eve geldiklerinde Yıldız ağazı açık bir şekilde babaka kalmıştı.
Metenin zengin olduğunu zaten biliyordu ama belli ki görüşmedikleri süre içerisinde daha da zenginleşmişti.
"Ben onun yerinde olsam şimdiye emekli olmuştum."
Mete arabayı park edip geldiğinde Yıldızın kendi kendine konuştuğunu duymuştu.
"Ne konuşuyorsun bakalım ?"
"Hiç sadece hayran olunacak bir azmin olduğunu."
Mete göz kırptı.
"Beni bilirsin. İstediğim her şeyi alırım."
'Evet' diye düşündü Yıldız. 'Sen çalışır ve istediğin her şeyi alırsın... Bense maddi durumu iyi ailemi bırakıp hayallerimin peşinden koştuğumda elimdeki tek şey iki odalı kiralık bir daire olur. Yaşasın aile mirasına kalmış umutsuz genç kızlar ve çok fazla mirası olmasına rağmen ondan daha fazlasını kazanan çocukluk arkadaşları.'
Yılıdız kendi ve Mete arasındaki uçurum yüzünden hayal kırıklığına uğrarken evin salonuna girmişlerdi bile.
Köşede duran büyük bir kitaplık vardı. Bazı rafları üzerinde 'kitap' yazan koliler ile doluydu. Anlaşılan daha tam yerleşmemişti.
Cam kenarında oranın okuma köşesi olarak tasarlandığını belli eden bir okuma lambası ve rahat görünen tek kişilik koltuk vardı.
Odanın diğer ucunda ise çok şık bir köşe koltuğu da bulunan mobilya takımı ve dev ekran bir televizyon... Gerçekten büyük bir salondu. Yıldızın evinin toplamından bile büyük..
Yıldız biraz hayranlık biraz kıskançlıkla etrafa bakmaya devam ederken Mete ıslık çaldı.
Üst kattan buz mavisi gözleri ve siyah beyaz tüyleriyle bir sibirya kurdu koşarak salona inmişti.
"İşte sana ilham verecek kahraman. Tanıştırayım adı Usui."
Yıldızın gözleri dolmuştu.
"Ama.. Sen.. Nasıl?"
"Tamamen tesadüf. Buraya geldiğim sıralarda bu arkadaşın sahibi ölmüş ve yeni birini bulana kadar bir veterinerde misafir olmuş. Ama tabi mutlu değilmiş. Kaçmış ve arabayla giderken önüme fırladı. Son anda fren yaptım. Tasmasındaki numarayı aradığımda sahip arandığını öğrendim ve 'neden olmasın' dedim. Sonra da aklıma sen geldin. Hep istediğin köpek, hep istediğin isim. Fena olmamış değil mi ?"
Mete'nin yumuşak bir gülümsemesi vardı bunları anlatırken. Yıldızı sevdirmenin gururunu yaşıyordu biraz da.
Yıldız sa sadece gülümsedi ve yaşlı gözleriyle bulak gördüğü köpeğin yanına çökerek onu sevmeye başladı. 'Mete bunu nasıl hatırladı' diye düşünüyordu.
Çünkü Yıldız sadece bir kere köpek istediğini ve ona en sevdiği anime karakterinin adını vereceğini söylemişti.
Farklı bir zamanda sadece bir kere sibirya kurtlarını sevdiğinden bahsetmişti.
Ve yine farklı bir zamanda 'BİR KERE' Kaichou wa maid sama'dan Usui nin favori karakteri olduğunu anlatmıştı.
Ve Mete bunları hatırlaması yetmezmiş gibi birde birleştirip bir şekilde gerçekleştirmişti. Gerçekten iyi bir 'Dost'.
Yıldız bir süre köpeği sevdi. -Gerçekten ilham vermişti- ardından oturup Mete ile konuşmaya başladı.
Mete başından geçenleri anlattı. Sonra Yıldız...
Mete ona bildiği restoran iyi restoran ve kafeleri sordu. Konu kafelerden açıldığında aklına çektiği resim gelmişti.
"Bak sana ne göstereceğim." dedi ve telefonunu Yıldıza doğru tuttu.
Yıldız fotoğrafın ne olduğunu anlar anlamaz telefonu yakalamak için bir hamle yaptı.
"Hey yavaş ol!"
"Sil şu resmi Mete. Çok utanç verici."
"Hayır silmem. Hem uzun süre öyle oturdun. Zaten rezil olacağın kadar olmuşsundur. Bu bende kalacak."
Yıldız oturduğu yerden kalktı. "Ciddiyim Mete ver şu telefonu."
Mete muzip bir şekilde gülümsedi.
"Olmaz. Böyle bir resme ihtiyacım vardı. Bakıp gülebileceğim bir resim."
Yıldız Meteye doğru yürü. Mete hala aynı şekilde köşe koltukta oturuyordu.
Yıldız telefona uzandığında Mete telefonu kendine doğru çekti. Yıldızın gözü hala telefondaydı.
Tekrar bir hamle yaptığında telefonu tutmayı başarmıştı ama Mete refleksle kolunu geri çekti.
Telefonu sıkı tutmuş olan Yıldız birden dengesini kaybetti ve düştü.
Mete'nin ayağının biri hala yerdeydi. Diğeri ise koltuğun üstünde.
Sağ kolu telefonu uzaklaştırmak istediği için yukarıda kalmıştı ve sol eli refleks olarak onu korumak için Yıldızın kolunu kavramıştı. Yıldız sa öylece Mete'nin üstündeydi. Yüzleri birbirine çok yakın bir şekilde..
O an eve biri girse asla açıklama yapamazlardı.
Yıldız kıpkırmızı oldu. Kalp atışları hızlanmıştı ve nefesini tutmuştu. Yüzünden ateş çıkıyormuş gibi hissediyordu.
Birden kalkıp "Ben.. su içmeliyim." dedi ve bahçeye doğru yöneldi. Bir cümle için fazlasıyla kekelemişti.
Yıldız giderken Mete mutfağın orada olmadığını söyleyemedi. Çünkü hala şaşkın bir şekilde koltukta yatıyordu. Onun da yüzü kırmızıydı.
Az önce ne olmuştu öyle ?!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)